Çatışma ve Kadr-i Müşterek

Çatışma ve Kadr-i Müşterek

Çatışma ve Kadr-i Müşterek

Bugüne kadar ki çatışmalarınızdan neler öğrendiniz? Bu çatışmaları yaşarken neler hissettiniz? Biraz düşünürseniz birkaç şey hatırlayabilirsiniz. Belki hangi durumlarda hangi tepkileri verdiğinizi öğrenmiş olabilirsiniz; belki de kimlerin, hangi konuların sizin için bir çatışma sebebi teşkil edeceğini biliyor olabilirsiniz artık. Çatışma yönetimine dair bazı teknikler ve pratikler var, bunları öğrenmek şüphesiz bu konuda kendinizi geliştirmek konusunda çok işe yarıyor. Tüm bu yöntemlerde, aslında öğrendiğiniz şey daha çok bir çatışma anında veya çatışmaya ilişkin olarak duygularınızı ve dolayısıyla o çatışmayı yönetmek oluyor. Böylece, gereksiz küskünlüklerden veya çok daha kötü ve kimsenin faydasına olmayacak sonuçlardan biraz olsun korunmuş oluyorsunuz.

Bu yazımda biraz da çatışmalarımızın daha gerisine, bizi o çatışmaları yaşamaya iten özümüze dönmek istiyorum. Mesnevi 2. Cildinde 2095-2100-2105 fasıllarında bununla ilgili harika bir hikaye var. Bakın ne diyor:

2095. Calinus, ashabına “Bana filan ilacı verin” dedi. İçlerinden birisi dedi ki: “Ey her fenni bilen üstat, bu ilacı delilik için verirler. Delilikse senin aklından uzak. Bu sözü bir daha söyleme!” Calinus, “Bana bir deli baktı. Bir müddet güzelce yüzümü seyretti. Bana göz kırptı; sonra yenimi yakamı yırttı. Eğer benim, onunla bir münasebetim olmasaydı o çirkin suratlı nasıl olur da bana yüz çevirirdi?

2100. Eğer bende kendisiyle bir cinsiyet, bir münasebet görmeseydi nasıl olur da bana gelip çatardı? Nasıl olur da kendi cinsinden olmayana musallat olurdu? İki kişi birbiriyle uzlaştı, birbirine sataştı mı, hiç şüphe yok, aralarında bir kadr-i müşterek vardır.

Kuş ancak kendi cinsinden olan kuşlarla uçar. Kendi cinsinden olmayanla sohbet adeta mezara girmedir.

Bir hakim dedi ki: “Yazıda bir kargayla bir leyleğin beraberce koşup uçmakta olduğunu gördüm. Hayret ettim, bakalım aralarındaki kadr-i müştereke ait emare bulabilir miyim diye hallerini araştırmaya koyuldum.

2105. Hayretle yanlarına yaklaşınca gördüm ki ikisi de topal! Hele Arşa mensup bir doğanla ferşin malı olan bir yarasa nasıl olur da beraber bulunur? Biri İlliyin’in güneşi, öbürü Siccin’in yarasası…”

John Baldock “Mevlana Gizli Öğretisi” kitabında, yukarıdaki Mesnevi fasılalarına atfederek bir de diyor ki “… bizim eğilimimizin madde veya ruhani gerçekliğe doğru olduğunu ortaya çıkartan sadece bizim ne gördüğümüz, nasıl gördüğümüz değildir. Arkadaşlarımız da- ilgi gösterdiğimiz kişiler ve bizden kaçanlar da bizim iç niteliklerimizi gösterirler.”

O halde şimdi bir de mevcut veya bundan sonraki çatışmalarınıza bu gözle bakmayı deneyin lütfen, acaba özellikle sürekli çatışma yaşadığınız kişilerle hangi müşterek noktada buluşuyorsunuz, sizi biraraya getirenler ve o çatışmaya sebep olan ya da bu vesileyle keşfedeceğiniz iç nitelikleriniz neler olabilir?

Her daim kadr-i müştereklerinizi bulup iç huzurunuzu korumanız dileğiyle…

Sessiz Koç

O benim sessiz koçumdu. Hiç konuşmazdı. Sadece uzun uzun ve derin bakardı. Arada sırada miyavlardı. Kendi yapmak istediklerini daha çok hareketleri ile belli ederdi. Duygularını ise her zaman beden dilini kullanarak gösterirdi. Sevgi istediği zaman ya da...

Bilgi Tutsaklıktır Anlayış Özgürlüktür

Bu sözü ilk duyduğumda, “?? nasıl yani, hiç öyle şey olur mu, bu ne demek şimdi!!”... demiştim. Bunca yıldır inandığım ve savunduğum “bilgi güçtür”, “bilgili olmak gibisi yoktur” gibi inançlarım nasıl olur da yanlış olabilir ya da acaba ben neden hiç bu...

Kalbin H(aklı)

Bugün yapılan araştırmalar gösteriyor ki kalbimiz sadece vücutta kalp pompalayan fiziki bir organ değil, bunun çok ötesinde bize hayatımızı yönlendirecek duygusal ve sezgisel işaretler gönderen bir organımızdır.  Amerika’da bu amaçla kurulmuş, kalpten...

Sizin Anayasanız Ne?

Sizin Anayasanız Ne?

Sizin Anayasanız Ne?

Sadece devletlerin mi Anayasası olur? Bence herkesin bir anayasası olmalı. Geçen sene sonuna doğru evimi taşırken çok eski üniversite klasörlerimden birinin içinden hafif buruşuk bir tek sayfa buldum. “Pınar’ın Anayasası” başlıklı sekiz maddeden oluşan ve muhtemelen 1990’lı yılların başında üniversitede okurken yazdığım bir metindi. Çünkü teknoloji çağıyla birlikte yazım bir daha hiçbir zaman o kadar inci gibi olamadı.

Bulduğum metnin orjinal halini resim olarak bu yazıya aynen koyuyorum. Okuyunca, yüzüme kocaman, alaycı bir gülümse yayıldı. Dedim ki kendi kendime, büyük bir kısmı avukat olarak, son 5 senesi de koç ve eğitmen olarak geride bıraktığım 24 yıllık çalışma hayatım içindeki yolculuğun önemli bir bölümü aslında o buruşuk kağıtta yazan o sekiz maddeyi yaşamak için, öğrenmek için, öğretmek için ve hatırlamak için geçmişti.

Oysa daha üniversite yıllarımda çözmüşüm olayı. Ama biliyorsunuz “İnsan” kelimesinin anlamlarından birisi de “Unutan”mış. İnsanız, unutuyoruz işte. Kendimizi unutuyoruz, önceliklerimizi unutuyoruz, değerlerimizi unutuyoruz, bizi ateşleyen şeyleri, içsel motivasyon kaynaklarımızı unutuyoruz. Dünyanın meşgaleleriyle, dertleriyle uğraşırken ve çoğunlukla etrafımızdakilere bakarak ya da yaşadığımız dönemin ağırlıklı eğilimlerine göre veya sadece maddi ihtiyaçlarımıza göre çizdiğimiz hayat yolunda bir bakıyoruz ki içinde bulunduğumuz işin, ortamın, sahip olduklarımızın içinde biz ya yokuz ya çok azız aslında. Siz ne için “var”dınız, “kim olmak” için gelmiştiniz bu dünyaya? Şimdi bunu hatırlamayı seçin. Ne olursanız olun, ne yaparsanız yapın, hayatınızın anayasasını yapın ve sonra bakın bakalım hangi maddelerinden siz sorumlusunuz ve hangilerinden asla vazgeçmezsiniz.

Anayasanız asıl olarak “değerlerinizden” oluşur, biraz da hayalleriniz, inandıklarınız ve sizi siz yapan karakter özelliklerinizden. Bunları en son ne zaman düşündünüz, ne zaman dillendirdiniz veya yazdınız. Bu pratiği yapmazsanız bu uzun ince hayat yolunda neler ayakta tutacak sizi? Vizyonunuzu nasıl belirleyeceksiniz ve bu vizyona doğru yürürken nerden destek alacaksınız? Biraz zaman ayırıp yaptığınız takdide, işte bu anayasadan, oradaki değerlerden ve içsel kaynaklarınızdan alacaksınız bu desteği.

İşiniz çok kolay, üstelik devletlerin aksine, sizin anayasanızı sizin dışınızda hiç kimse değiştiremez inanın.

Sessiz Koç

O benim sessiz koçumdu. Hiç konuşmazdı. Sadece uzun uzun ve derin bakardı. Arada sırada miyavlardı. Kendi yapmak istediklerini daha çok hareketleri ile belli ederdi. Duygularını ise her zaman beden dilini kullanarak gösterirdi. Sevgi istediği zaman ya da...

Bilgi Tutsaklıktır Anlayış Özgürlüktür

Bu sözü ilk duyduğumda, “?? nasıl yani, hiç öyle şey olur mu, bu ne demek şimdi!!”... demiştim. Bunca yıldır inandığım ve savunduğum “bilgi güçtür”, “bilgili olmak gibisi yoktur” gibi inançlarım nasıl olur da yanlış olabilir ya da acaba ben neden hiç bu...

Kalbin H(aklı)

Bugün yapılan araştırmalar gösteriyor ki kalbimiz sadece vücutta kalp pompalayan fiziki bir organ değil, bunun çok ötesinde bize hayatımızı yönlendirecek duygusal ve sezgisel işaretler gönderen bir organımızdır.  Amerika’da bu amaçla kurulmuş, kalpten...

DİNLE-DİM

DİNLE-DİM

DİNLE-DİM

Konuştuğunuz insanları ne kadar dinliyorsunuz?
En son kimi dinlediniz?
Neler söylediğini ne anlattığını ve onları ne için anlattığını hatırlıyor musunuz?
Onları dinlerken ne yapıyordunuz?
Çok soru sordum galiba. Çünkü çok önemli bu. Yazılarımda sıklıkla atıfda bulunacağım, insan zihninin sınırları ve davranışlarımızı inceleyen ve anlatan kitabı “Düşünce Ağları” ile ilk defa beş sene önce hayatıma giren Jiddu Krishnamurti, “Dinlemeyi” öyle güzel tanımlamış ki, buradan yola çıkarsak bunu anlamak çok kolaylaşıyor.  Diyor ki Krishnamurti [1] : “eğer birisini tamamıyla ve dikkatlice dinliyorsanız, öyleyse sadece sözlerini değil, size aktardıklarına ilişkin duygularını da, kısmen değil, tamamıyla dinliyorsunuzdur”.
Dinlemeye ilişkin ikinci en güzel tanımlama, bana göre tabi ki, Çin alfabesinde “Dinle” kelimesinin yazılışı’dır.  Daha doğrusu şöyle, pek çok kaynaktan okuyabileceğiniz üzere Çin alfabesi tam bir alfabe olarak nitelendirilemez, kullanılan karakterler doğrudan heceleri ya da sesleri ifade etmezler, dilde kullanılan kelimeler için farklı karakterler vardır. Yani kısaca alfabe harflerden değil sembollerden oluşuyor. “Dinle” kelimesi için 5 tane sembol kullanılıyor. Bu semboller şunlar: Gözler- Kulaklar- Bölünmemiş Dikkat- Kalp- Kişi
Bir başka kaynağa göre de semboller şöyle anlatılıyor, aşağıda orjinal metin yanında Türkçesiyle aktarıyorum:

Ear = What you use to listen   (hear) Kulak = dinlemek için kullandığın organ (duymak)
King = Pay attention as if the other person were king (obey) Kral =dinlediğin kişi bir kralmışçasına dikkat etmek (itaat)
Ten and Eye = Be observant as if you had ten eyes (heed) On ve Göz  = on tane gözün varmışcasına gözlemci olmak (dikkat)
One = Listen with individual attention (attend to) Kişi = bireysel dikkat ile dinlemek (kendini vermek)
Heart = Listen also with your heart (in addition to ear and eye) (hearken) Kalp= bir de kalbinle dinlemek (göz ve kulakların yanısıra kalp ile duymak)

İşte biz buna koçluk’da üçüncü seviyeden dinlemek (derin dinleme) diyoruz. Derin dinlemenin bazı özellikleri var:
Öncelikle karşınızdakinin sözünü kesmeden sonuna kadar dinleyeceksiniz
Anlamadıysanız veya teyit etmek istediğiniz şeyler varsa soru sorup doğru anlamaya çalışacaksınız
Karşınızdaki kişiye ne cevap vereceğinizi düşünerek ya da ona bir sonra söyleyeceğiniz ya da soracağınız şeyi düşünerek dinlemeyeceksiniz.
Göz temasınızı, hatta tüm beden diliyle dinlemeyi sürdüreceksiniz.
Daha da öteye giderek karşınızdakilerin sadece söylediklerini değil, sustuklarını da dinleyeceksiniz. En çok da sustukları yerden konuşurlar insanlar. Kelime ya da cümle aralarında verdikleri “s”ler, gözlerin baktığı yerler, omuzların ve bedenin duruşu hepsi bir konuşmadır aslında, dinlemeyi bilirseniz.
Peki yukarıdaki gibi dinlemezseniz ne olur?
Anlamazsınız
Yanlış anlarsınız
İletişiminiz yarım veya anlamsız kalır
O diyalog, monolog olur, ulaşması gereken sonuca ulaşamaz
Vakit kaybedersiniz
Bazen insan da kaybedersiniz
Ne dersiniz ? Hayat kıymetli, ilişkilerimiz kıymetli, zamanımız kıymetli, karşınızdaki insan ya da konu da sizin için kıymetli ise nasıl dinlemek istersiniz.
İsterseniz en kısa zamanda pratik yapmaya başlayın ve iletişiminizin kalitesi nasıl değişiyor, gözlemci olun.
Dinlemede kalın, sevgiyle kalın.


[1] “So when you are listening to somebody, completely, attentively, then you are listening not only to the words, but also to the feeling of what is being conveyed, to the whole of it, not part of it”.

Sessiz Koç

O benim sessiz koçumdu. Hiç konuşmazdı. Sadece uzun uzun ve derin bakardı. Arada sırada miyavlardı. Kendi yapmak istediklerini daha çok hareketleri ile belli ederdi. Duygularını ise her zaman beden dilini kullanarak gösterirdi. Sevgi istediği zaman ya da...

Bilgi Tutsaklıktır Anlayış Özgürlüktür

Bu sözü ilk duyduğumda, “?? nasıl yani, hiç öyle şey olur mu, bu ne demek şimdi!!”... demiştim. Bunca yıldır inandığım ve savunduğum “bilgi güçtür”, “bilgili olmak gibisi yoktur” gibi inançlarım nasıl olur da yanlış olabilir ya da acaba ben neden hiç bu...

Kalbin H(aklı)

Bugün yapılan araştırmalar gösteriyor ki kalbimiz sadece vücutta kalp pompalayan fiziki bir organ değil, bunun çok ötesinde bize hayatımızı yönlendirecek duygusal ve sezgisel işaretler gönderen bir organımızdır.  Amerika’da bu amaçla kurulmuş, kalpten...

Öğretmen Yıllar

Öğretmen Yıllar

Öğretmen Yıllar

Hayatı öğrenmek için sınırsız kaynaklarımız var. İyi öğretmenler her zaman sadece kıymetli insanlardan oluşmuyor. Geçirdiğimiz yıllar da, farkına varırsak, çok şey öğretiyor bize.

Benim “Öğretmen Yıllarım“ ne mi öğretti bana?

* Büyümek ve olgunlaşmak için, olmamız gereken insan olmak için başkalarına ihtiyacımız var; başkalarının bize tuttuğu aynada kendimizi görmeye;
* Eski’miş duygularımızdan, eskimiş düşüncelerimizden kurtulmaya, arınmaya çalışmanın kendimize yapabileceğimiz en büyük ‘iyilik’ olduğunu;
* Herşeyin bir zamanı vardır, onun için en büyük meziyetlerden biri ‘sabır’dır; Sabırlı olmanın ise bazen sabırla beklemek olduğunu ama daha çok sabırla ‘çalışmak’ sabırla ‘öğrenmek’, sabırla ‘mücadele etmek’ olduğunu;
* Zaman kaybetmenin ağır bir bedeli olduğunu, doğru zamanda sizin için en doğru ve en faydalı adımları atmak için bir dakika bile beklemenin ziyan edilmiş zaman olduğunu; Öyleyse, değişmesi gerektiğine inandığınız ve değiştirebilme gücünüz olan herşeyi “zamanında” değiştirmenin çok önemli olduğunu;
* Kendinizi geliştirmeniz gereken her konuda “pratik yapmanın” en doğru yol olduğunu; Bunu en basit davranışlarınızdan en sürekli davranışlarınıza kadar herşey için uygulayabilirsiniz; mesela zihninizi karıştıracak kadar çok mu düşünüyorsunuz “düşünmeme pratiği” yapmaya başlayın çünkü sadece zihni susturmak da sizi gitmeniz gereken yere götürür; veya sürekli aynı şekilde mi düşünüyorsunuz aynı tepkileri mi veriyorsunuz o zaman da “farklı şekilde düşünme pratiği” yapmaya başlayın, bu örnekler gibi kendi pratiklerinizi kendiniz oluşturun;
* Bazen dimdik durmanın bazen de kırılıp dökülmenin, biraz da savrulmanın hiçbir zararı olmadığını aksine daha da güçlendirdiğini;
* Herkesi olduğu gibi kabul etmenin bir erdem olduğunu, bununla birlikte olduğu gibi kabul ettiğiniz her insanı hayatınızda tutmanız gerekmediğini;
* Tüm problemlerimizin ve korkularımızın da birer “öğretmen” olduğunu;
* Hayat yolunda yürürken karşınıza çıkan ya da yanınızda olan insanların iyi ve doğru insanlar olmasının ne çok önemli olduğunu;
* Son olarak da, öğrencisi olduğum yolda daha iyi bir öğretmen olacağımı öğretti öğretmen yıllar;

Halil Cibran diyor ki, “… Sonra bir öğretmen, bize öğretmekten söz et, dedi. O da dedi ki: Hiç kimse bilginizin şafağında yarı uykuda beklemekte olan dışında birşey bildiremez size”.

O halde her birimiz bilgimizin şafağında yarı uykuda beklemekte olan hangi bilgileri, hangi öğretileri hatırlamaya hazırız? En çok da kendimizi görmeye, kendimizi hatırlamaya ve yüzleşmeye ne kadar hazırız?

Şimdi siz de kendi öğretmen yıllarınıza bakın, bakalım ne göreceksiniz ve daha önemlisi bunları gördükten sonra bundan sonraki öğretmen yıllarınızda neler görmek isteyeceğinizi, büyümeyi ne tarafa doğru yapmak isteyeceğinizi biraz da siz belirleyeceksiniz, hayatın ve kaderin getirecekleri öğretiler de sürpriz bohçanız olsun.

Gittiğiniz bütün yolların iyi insanlara çıkması dileğiyle…

Sessiz Koç

O benim sessiz koçumdu. Hiç konuşmazdı. Sadece uzun uzun ve derin bakardı. Arada sırada miyavlardı. Kendi yapmak istediklerini daha çok hareketleri ile belli ederdi. Duygularını ise her zaman beden dilini kullanarak gösterirdi. Sevgi istediği zaman ya da...

Bilgi Tutsaklıktır Anlayış Özgürlüktür

Bu sözü ilk duyduğumda, “?? nasıl yani, hiç öyle şey olur mu, bu ne demek şimdi!!”... demiştim. Bunca yıldır inandığım ve savunduğum “bilgi güçtür”, “bilgili olmak gibisi yoktur” gibi inançlarım nasıl olur da yanlış olabilir ya da acaba ben neden hiç bu...

Kalbin H(aklı)

Bugün yapılan araştırmalar gösteriyor ki kalbimiz sadece vücutta kalp pompalayan fiziki bir organ değil, bunun çok ötesinde bize hayatımızı yönlendirecek duygusal ve sezgisel işaretler gönderen bir organımızdır.  Amerika’da bu amaçla kurulmuş, kalpten...

Respice Finem

Respice Finem

Respice Finem

Bu yazımın adını “yeni bir yıla başlarken” ya da “son saniyeleriniz olsaydı” gibi birşey koymak istedim ilk başta. Birisi çok klişe geldi diğeri ise iç karartıcı. Öte yandan, kolumda dövme olarak yazılı yukardaki latince kelimelerin ifade ettiği anlamla birlikte bu iki başlığı da dolduracak birşeyleri anlatacağım.

Üç sene önce 31 Aralık 2015 günü bir gurup arkadaş yılbaşı tatilimizi geçirmek üzere Kars’a gitmeye karar vermiştik ve kar sebebiyle tüm uçak seferlerinin iptal edildiği İstanbul’dan, Türkiye’nin en uzak iki noktası olması sebebiyle havayolları kuralları gereği iptal edilemeyen İstanbul-Kars seferini yapacak olan uçağımıza neşeyle kurulup yola çıkmıştık. Uçak havalandıktan çok kısa bir süre sonra, uçağın içinde nerden geldiğini anlamadığımız korkunç bir patlama sesi ile nutkumuz tutulmuştu. İnsan, öyle bir anda nedense gayri ihtiyari bir anons bekliyor, sanki pilot mikrofunu alıp “hanımefendiler beyefendiler uçağımız düşüyor, son duanızı edin” veya “sakin olun” filan diyecekmiş gibi geliyor. Anons gelene kadar sanırım 1.5 veya 2 dakikaya yakın bir süre geçmiştir. Bu 90-100 saniye içinde aklımdan son sürat geçenler: “Pınar, gerçekten son saniyelerin olabilir, şu an uçak düşüyor olabilir, ne bırakıyorsun geride, ne götürüyorsun gittiğin yere” diye düşündüm. Sonra aynı süratle devam etti düşünceler “ne bıraktığını da bırak, harika bir kız çocuğu ve o artık kendisine bakabilecek durumda, biraz borç harç, nasılsa birisi öder…” asıl sen “nasıl gidiyorsun” şimdi o meçhul yere, olmak istediğin insan olabildin mi, mutlu mu gidiyorsun, sorulursa şayet “istediklerini yapabildin mi?” diye ya da “yapmak istemediklerini bırakabildin mi” diye…çünkü ruhun tekamül ettiğine ve en azından bu dünyadan aldığı bilgiyle, bilgelikle, anlayışla buradan ayrılacağına inanıyorum. Derken yüzümde küçük de olsa bir gülümseme belirirken anons geldi, uçağa yıldırım çarpmıştı, bir şey olmamıştı ama gene de kontrol amaçlı Ankara’ya zorunlu iniş yapacaktık.

Bu olaydan 14 ay öncesinde, 20 yıllık bir evliliği bitirmiş, eski soyadımı bırakmış, eski mesleğimi ve eski işim olan avukatlığı ve bir hukuk bürosu yönetici ortaklığını bırakıp koçluğa geçmiş ve yepyeni deneyimlere hayatımda yer açmış bir kadın olarak, o son saniyelerim olabileceğini düşündüğüm saniyelerde sorduğum soruları aslında bir daha hiçbir zaman sormama gerek kalmasın diye koluma “respice finem” yazdırmıştım bir önceki sene. İngilizcesinin daha güzel ifade ettiğini düşündüğüm için ordan başlayarak, respice finem’in anlamı: “consider the end, live so that your life will be approved after your death, consider the consequences of your actions”. Yani diyor ki, öyle bir yaşa ki, geriye dönüp baktığında yaptıklarından memnun ol, mutlu ol, pişman olma. Yaşadığın hayatı en başta sen onayla…

Bu olaydan tam 3 sene sonra, 3 Ocak 2018 bu kez İstanbul-Adana uçağında Adana’ya inmemize 15 dakika kala gene aynı şey oldu, aynı patlama sesi. Bu kez konuya hakim olarak anonsu beklemedim bile ve kendime soracağım hiçbir sorum yoktu. Sadece biraz dua ettim sağ salim ve rahat inelim diye. Çünkü daha yapacağım çok şey var.

2018 yılınız harika geçsin, bu yılı öyle bir yaşayın ki geriye dönüp baktığınızda yüzünüzde kocaman bir gülümseme olsun.

Sessiz Koç

O benim sessiz koçumdu. Hiç konuşmazdı. Sadece uzun uzun ve derin bakardı. Arada sırada miyavlardı. Kendi yapmak istediklerini daha çok hareketleri ile belli ederdi. Duygularını ise her zaman beden dilini kullanarak gösterirdi. Sevgi istediği zaman ya da...

Bilgi Tutsaklıktır Anlayış Özgürlüktür

Bu sözü ilk duyduğumda, “?? nasıl yani, hiç öyle şey olur mu, bu ne demek şimdi!!”... demiştim. Bunca yıldır inandığım ve savunduğum “bilgi güçtür”, “bilgili olmak gibisi yoktur” gibi inançlarım nasıl olur da yanlış olabilir ya da acaba ben neden hiç bu...

Kalbin H(aklı)

Bugün yapılan araştırmalar gösteriyor ki kalbimiz sadece vücutta kalp pompalayan fiziki bir organ değil, bunun çok ötesinde bize hayatımızı yönlendirecek duygusal ve sezgisel işaretler gönderen bir organımızdır.  Amerika’da bu amaçla kurulmuş, kalpten...