Düşünme(me) Pratiği Yapmak

Düşünme(me) Pratiği Yapmak

Düşünme(me) Pratiği Yapmak

“Düşünmek”, “düşünebilmek” şüphesiz ki büyük meziyetler bunlar. Dünya var olduğundan beri insanlığın bugün geldiği noktaya gelebilmesi için geçirdiği tüm aşamalar, tabi ki özellikle insanlığın gelişimi ve ilerlemesi ile sonuçlanananları kastediyorum, büyük düşüncelerin, büyük buluşların, büyük fikirlerin sonucudur. Öyleyse düşünmek güzeldir, iyidir, doğrudur gibi bir çıkarım yapabiliriz. Şimdi bu çıkarım da bir düşünce’nin ürünüdür. Lakin öte yandan bir de “ne düşündüğümüz” ve “nasıl düşündüğümüz” konusu vardır ki asıl belirleyici olan budur diye düşünüyorum. Görüyorsunuz, ne çok düşünüyoruz.

Düşüncelerimiz güzel ve olumlu ise sorun yok, lakin olumsuz, karamsar, kötü, suçlayıcı, yargılayıcı, eleştirel ise burada bir es vermek gerekiyor. Bu tür düşüncelerinizin sadece yaşadığınız olaylar ve başkaları ile ilgili olması gerekmiyor, kendinizle ilgili de olabilir. Önemli olan bu şekilde düşünmenin bir davranış kalıbı veya davranış biçimine dönüşmesidir. Zira artık bugün beyinle ilgili araştırmalar gösteriyor ki olumsuz düşünmek ve bunu davranış kalıbı haline getirmek yani tekrar etmek  beyinde ve bünyemizde bağımlılık yaratıyor. Bir de olumsuz düşünceler olumsuz davranışı yaratıyor ki bunu bilmeyenimiz yoktur sanırım. Düşüncelerimizin bir kısmı istemli bir kısmı ise istemsiz yani farkında olmadan kendiliğinden aklımıza gelen, beynimize giren düşünceler; ve bir kısım düşüncelerimiz geçmişe bir kısmı ise geleceğe dair. Bir gün içinde aklımızdan geçen düşüncelerin üçte ikisinin geçmişe dair veya olumsuz olduğunu söyleyen araştırmalar var. Bu noktada Gandhi’nin meşhur söylemini hatırlatmak istiyorum: Düşüncelerinize dikkat edin, duygularınıza dönüşür; Duygularınıza dikkat edin, davranışlarınıza dönüşür; Davranışlarınıza dikkat edin, alışkanlıklarınıza dönüşür; Alışkanlıklarınıza dikkat edin değerlerinize dönüşür; Değerlerinize dikkat edin karakterinize dönüşür; Karakterinize dikkat edin, kaderinize dönüşür.

Öyleyse, kaderimize dönüşecek kadar önemli bir konuyu kendi haline bırakıp, kadermiş demenin bir anlamı yok şu hayatta. Olumsuz Düşünceyi başlıca iki yolla yenebiliriz:
1) Herşeyden önce olumsuz düşünce’nin farkına vararak ve onu olması gereken yere koyarak
2) Düşünmeme pratiği yaparak.

Olumsuz Düşünmenin farkına varmak ki ben bunun en başta kendimizi, düşüncelerimizi gözlemlemeyle ve daha objektif ve kaliteli sorular sormakla mümkün olacağını düşünüyorum. Aslında bu da bir tür düşünmek ama ilk (olumsuz) düşünmeden farklı ve faydalı bir modelle düşünmek, mesela:  burada ne oluyor (oldu) şimdi, kim veye kimler var bu ortamda, bu düşünce(m) nasıl bir düşünce, ne işe yarıyor, başka bir açıdan baksam ne görürüm burada gibi düşünce kalitenizi arttırarak düşünmek. Burada amaç kendi düşünce kalıplarımızın farkına varmak. Örneğin, büyütüyor muyuz,  sadece olumsuz tarafları mı görüyoruz, varsayımda mı bulunuyoruz ya da duygularımızın tesiri altında kalarak mı böyle düşünüyoruz gibi bazı gerçeklerin farkına varmak sorunu kökten görmemizi ve tedavi etmemizi sağlayabilir. Düşünmeme Pratiği Yapmak ise bir nevi vitesi boşa almak gibi birşey. Aklınıza gelen olumsuz düşünceleri farkettiğinizde her zaman ve öncelikle yukardaki gibi olumlu ve faydalı düşünme modeline geçemiyoruz. Çünkü insanız ve duygularımız var ve beynimiz bu duyguları da dibine kadar yaşamayı  ve dillendirmeyi seviyor ki bu da olumsuz düşünmeyi sürdürmemiz anlamına geliyor. Ama en azından tek birşey yapmayı, aklımıza gelen olumsuz düşünceye kocaman bir çarpı koymayı ve aklımızı “boşluğa” veya “başka bir yöne çevirmeyi” başarırsak aslında çok şey yapmış oluruz. Bunun için uzun bir yürüyüşe çıkmak, meditasyon yapmak, güzel bir filim izlemek veya sadece güzel bir manzaraya ya da boşluğa odaklanmak bile yetebilir. Bunda da amaç öncelikle dikkatinizi sadece gözlemlediğiniz şeye ya da yaptığınız faaliyete yani o anda kalmaya odaklamak ve zihin kasınızı eğitmek ve kuvvetlendirmektir. Bu tür egzersizlerde özellikle beden enerjisini işin içine katarak yaptıklarımızda zihnimizde dolanan olumsuz düşüncelerin, tabi ki jet hızıyla değil ama, kendi hızında nasıl dönüşmeye başladığını farkedersiniz.

Sözün özü kendinize, başkalarına ve bu dünyaya faydası olmayan şeyler düşünmek veya karamsar düşünce girabında boğulmamak bizim elimizde. Düşünce ve duygu kalitenizi arttırarak, sağlıklı ve güzel düşünmeyi bulaşıcı hale getirerek yaşamımızın kalitesini arttırırız. Öyleyse bu konuda göstereceğimiz her çaba önce kendi dünyamızın sonra etrafımızdaki dünyanın güzelleşmesine hizmet edecektir.

Daha güzel düşüncelerle dönen bir dünyamız olması dileğiyle, sevgiyle kalın

Dipnot: Yazının görselinde kullanılan fotoğraf, New York Modern Sanat Müzesinde (MoMA)’da kendi çektiğim bir fotoğrafdır. Ne yazık ki sanatçının adını not etmemişim, bu atıfla sanatçıya saygıyla…

Kaliforniya Günlükleri 3

Emek ve İşgücü - Sabır Buraya gelmeden önce de yurtdışında yaşayan veya bir dönem yaşamış pek çok arkadaşımdan duyuyordum bunu. Sıra deneyimlemeye gelmiş olmalı ki şimdi tam da içindeyim bu durumun. Türkiyemde genellikle, hele de doğru kişileri tanıyorsanız (doğrudan...

Kaliforniya Günlükleri 2

Cennetteki Durağan Hayat Eylül ayı başında küçük, sade ve eğlenceli bir nikah yaptık. Elbette Sezen ve Tarkan’ın parçaları ortamı epey güzelleştirdi. Amerikada da nikahlansak Türklüğümüzü en alasından yaşadık, bence buradakiler bizdeki gibi eğlenmeyi filan bilmiyorlar...

Kaliforniya Günlükleri 1

Güneşin ve Yangınların Eyaleti Hayatımda yeni bir dönemin başlangıcı olduğu için Kuzey Kaliforniya’daki yaşantımı, paylaşmaya değer bulduğum bazı konulardaki deneyimlerimi, gözlemlerimi birkaç haftalık bir süreç içerisinde yayımalayacağım bu yazı dizisinde sizlere...

Ya Engelleriniz Yolunuzu Açıyorsa!

Ya Engelleriniz Yolunuzu Açıyorsa!

Ya Engelleriniz Yolunuzu Açıyorsa!

Bugün size bir kitaptan bahsedeceğim. Kitabın ismi: “The Obstacle Is The Way”, yazarı “Ryan Holiday”. Zaman zaman kitaptan alıntılar yapacağım, zaman zaman kendi tecrübelerimden, kendi engellerimden bahsedeceğim. Amacım, sizi kendi engelleriniz konusunda biraz olsun düşünmeye başlatmak ve sonra da bu “engel olarak gördüğünüz şeyleri” nasıl dönüştürebileceğiniz konusunda bazı ipuçları vermek. Gerisi size kalmış.

Kitabın başlarında şöyle bir bölüm var:

“…Sizi neler engelliyor?

Fiziksel engelleriniz: bedeniniz, para, ait olduğunuz sınıf, mesafe…

Zihinsel olanlar: korku, belirsizlik, tecrübesizlik, önyargılarınız. Belki çok yaşlı olduğunuzu düşünüyorsunuz. Ya da yeterli desteğiniz ve kaynaklarınız yoktur. Belki yasalar ya da yükümlülükleriniz sizi engelliyordur. Ya da yanlış hedefler ve kendinizden şüphe etmek”…

İster politikada, ister iş dünyasında, ister sanatta olsun; tüm büyük başarılar, tüm üzücü problemlerin- yaratıcılık, odaklanma ve cesaret –içeren etkili bir kokteyl ile çözülmesiyle gerçekleşir. Bir hedefiniz olduğunda, ‘engeller’ aslında sadece oraya nasıl gideceğinizi gösteren yolu açar size.

Bugün engellerimizin çoğu içseldir, dışsal değildir. …Profesyonel gerginliğimiz, karşılanmayan beklentilerimiz, öğrenilmiş çaresizliğimiz var”.

Biraz tanıdık geliyor mu bunlar size? Hepimiz hiç değilse hayatımızın bir döneminde önümüzde büyük ya da tatsız engeller görmüş, yaşamış, bolca bunların bizi nasıl da yolumuzdan alıkoyduğuna odaklanmışızdır. Ne büyük çaresizlik yaşatır bu engeller bize, “…şimdi de bu çıktı; hep mi beni bulur; bu ne şanssızlık…” sonra ne olur, bir süre boğuşup dururuz bu engellerle, bazen tek başına, bazen yardım alarak, bazen işlerin kendiliğinden çözülmesiyle bir şekilde geride bırakırız bunları. Ama sonunda biz de bitmiş, tükenmiş hissederiz çoğunlukla. Bir de hayatındaki engelleri şu veya bu şekilde geride bırakacak kadar şanslı !! olmayanlar ve tüm hayatlarını karşılarına çıkan irili ufaklı engeller labirentinde geçirenler vardır. Ancak eğer doğru yaklaşabilmişsek bu engellere, aşılan her engelden sonra “galip” hissetmek de pekala mümkündür.

Benim de hayatımda yapmak istediklerime “engel” olarak gördüğüm pek çok şey vardı bir zamanlar, bunlar genellikle de “korkularım” ve biraz da “yetersizliklerim”miş, yani öyle düşünüyor, öyle inanıyormuşum. Hayat ileri doğru bakarak yaşanır, geriye doğru bakarak anlaşılırmış. Şimdi geriye dönüp baktığımda, hepsinin benim “algılarımda”, “bakış açımda” ve “kaygılarımda” olan “engeller” olduğunu görebiliyorum.

Engellerin üstesinden gelmenin kolay olduğunu söylemeyeceğim, herşey gibi bu da bir hayli mental ve pratik çalışmayı gerektiriyor. Çözümle ilgili ipuçlarının bir kısmı kitaptan, bir kısmı benden. Kitap diyor ki temel olarak üç şey var ki bunları farkedip hayata geçirdiğimizde engellerimiz artık engel olmaktan çıkar ve zaferimizin bir parçası olur. Bunlar: perception (algı), action (eylem) ve will (içsel güç)’dür.

Bir de benim daha cazip buludğum bir üçlü var ki bence bunlar engellerimizi dönüştüren asıl yapı taşlarıdır: perception- perspective- presence. Yani, algılarımız, bakış açısı ve anda olmak. Algılamak, etrafımızda olup bitenleri nasıl gördüğümüz ve anlamlandırdığımızı ifade ediyor. Algılarımız, duruma göre bizim en güçlü yanımız ya da en zayıf, en zavallı tarafımız olabilir. Shakespeare’ın dediği gibi “hiçbirşey iyi ya da kötü değildir, öyle olduklarını düşünmemiz onları iyi ya da köyü yapar”. Algılamamızı doğru bir şekilde disipline edebilmek için en pratik yol “olanı olduğu gibi gözlemlemektir”, bu durumda karşımıza çıkan her ne ise onu sadece mevcut durumuyla tanımlamak yeterli olacak, bir de normalde sıklıkla yaptığımız gibi “olan”la ilgili olarak kendimize bir hikaye anlatmayacağız, mesela “ah şimdi beğenilmiyorum”, “ben istedikleri kişi değilim”, “mahvoldum”, “bunun altından kalkamam” vs kısmı olmayacak. Tabi burada bir de duygularımızın farkında olmak konusu var ki bu da çok önemli ve ayrı bir yazı konusu. Bakış Açısı, herşeydir diyor kitapta. Eski Yunan’da, insanların basit olanı düşünmek yerine, daha zor ve kötü olanı düşünmeye meyilli olduğu kabul edilirmiş. Evet bazen gerçekten engeller var ve karşımıza çıkıyor ve bu gerçeği değiştiremeyiz, ancak bu engellere nasıl bakacağımızı seçebiliriz. Bu seçimimiz de bütün olayın gidişatını ve sonucunu değiştirir. Bakış açısının iki anlamı varmış. Birincisi “bağlam” anlamında, içinden dünyaya baktığımız büyük pencereyi, büyük resmi ifade ediyor, diğeri ise “çerçeveleme” anlamında bir kişinin olaylara kendine has bakış ve yorumlama biçimini ifade ediyor. Dolayısıyla karşımıza çıkan ve “engel olarak algılayabileceğimiz” bir konuda öncelikle bakış açımızı lehimize olacak şekilde değiştirirsek bunu doğru eylemlerimiz takip edecektir. Anda yaşamak ise kafanızın içindeki engel canavarları yerine mevcut ana odaklanmak ve neler yapabileceğinize bakmak anlamına geliyor. Bunun için de farkındalık ve gözlem yeteneğinizi arttırmanız gerekiyor, yani duygularınızı ve düşüncelerinizi yakalama pratiği yapacaksınız.

O halde isterseniz şimdi tüm mevcut engellerinizin, bahanelerinizin bir listesini yapın ve yukardaki üç birleşeni kullanarak bunların üstesinden nasıl geleceğinizi düşünün. Biraz daha hatırlatma, bunun için mutlaka güçlü yanlarınızı kullanın, gerekiyorsa yeni bir alışkanlık edinin, veya belli bir konuda pratik yapmayı çoğaltın. Mesela değişimden mi korkuyorsunuz ya da direniyorsunuz? Değişmediğinizde nerede oluyorsunuz, nasıl bir insan oluyorsunuz bunun cevabını da verin.

Son söz, her engelin içinde kendimizi geliştirebileceğimiz bir tarafımız ve o engelin bize bir hediyesi mutlaka vardır, yeter ki görmeyi seçelim.

Kaliforniya Günlükleri 3

Emek ve İşgücü - Sabır Buraya gelmeden önce de yurtdışında yaşayan veya bir dönem yaşamış pek çok arkadaşımdan duyuyordum bunu. Sıra deneyimlemeye gelmiş olmalı ki şimdi tam da içindeyim bu durumun. Türkiyemde genellikle, hele de doğru kişileri tanıyorsanız (doğrudan...

Kaliforniya Günlükleri 2

Cennetteki Durağan Hayat Eylül ayı başında küçük, sade ve eğlenceli bir nikah yaptık. Elbette Sezen ve Tarkan’ın parçaları ortamı epey güzelleştirdi. Amerikada da nikahlansak Türklüğümüzü en alasından yaşadık, bence buradakiler bizdeki gibi eğlenmeyi filan bilmiyorlar...

Kaliforniya Günlükleri 1

Güneşin ve Yangınların Eyaleti Hayatımda yeni bir dönemin başlangıcı olduğu için Kuzey Kaliforniya’daki yaşantımı, paylaşmaya değer bulduğum bazı konulardaki deneyimlerimi, gözlemlerimi birkaç haftalık bir süreç içerisinde yayımalayacağım bu yazı dizisinde sizlere...

Çatışma ve Kadr-i Müşterek

Çatışma ve Kadr-i Müşterek

Çatışma ve Kadr-i Müşterek

Bugüne kadar ki çatışmalarınızdan neler öğrendiniz? Bu çatışmaları yaşarken neler hissettiniz? Biraz düşünürseniz birkaç şey hatırlayabilirsiniz. Belki hangi durumlarda hangi tepkileri verdiğinizi öğrenmiş olabilirsiniz; belki de kimlerin, hangi konuların sizin için bir çatışma sebebi teşkil edeceğini biliyor olabilirsiniz artık. Çatışma yönetimine dair bazı teknikler ve pratikler var, bunları öğrenmek şüphesiz bu konuda kendinizi geliştirmek konusunda çok işe yarıyor. Tüm bu yöntemlerde, aslında öğrendiğiniz şey daha çok bir çatışma anında veya çatışmaya ilişkin olarak duygularınızı ve dolayısıyla o çatışmayı yönetmek oluyor. Böylece, gereksiz küskünlüklerden veya çok daha kötü ve kimsenin faydasına olmayacak sonuçlardan biraz olsun korunmuş oluyorsunuz.

Bu yazımda biraz da çatışmalarımızın daha gerisine, bizi o çatışmaları yaşamaya iten özümüze dönmek istiyorum. Mesnevi 2. Cildinde 2095-2100-2105 fasıllarında bununla ilgili harika bir hikaye var. Bakın ne diyor:

2095. Calinus, ashabına “Bana filan ilacı verin” dedi. İçlerinden birisi dedi ki: “Ey her fenni bilen üstat, bu ilacı delilik için verirler. Delilikse senin aklından uzak. Bu sözü bir daha söyleme!” Calinus, “Bana bir deli baktı. Bir müddet güzelce yüzümü seyretti. Bana göz kırptı; sonra yenimi yakamı yırttı. Eğer benim, onunla bir münasebetim olmasaydı o çirkin suratlı nasıl olur da bana yüz çevirirdi?

2100. Eğer bende kendisiyle bir cinsiyet, bir münasebet görmeseydi nasıl olur da bana gelip çatardı? Nasıl olur da kendi cinsinden olmayana musallat olurdu? İki kişi birbiriyle uzlaştı, birbirine sataştı mı, hiç şüphe yok, aralarında bir kadr-i müşterek vardır.

Kuş ancak kendi cinsinden olan kuşlarla uçar. Kendi cinsinden olmayanla sohbet adeta mezara girmedir.

Bir hakim dedi ki: “Yazıda bir kargayla bir leyleğin beraberce koşup uçmakta olduğunu gördüm. Hayret ettim, bakalım aralarındaki kadr-i müştereke ait emare bulabilir miyim diye hallerini araştırmaya koyuldum.

2105. Hayretle yanlarına yaklaşınca gördüm ki ikisi de topal! Hele Arşa mensup bir doğanla ferşin malı olan bir yarasa nasıl olur da beraber bulunur? Biri İlliyin’in güneşi, öbürü Siccin’in yarasası…”

John Baldock “Mevlana Gizli Öğretisi” kitabında, yukarıdaki Mesnevi fasılalarına atfederek bir de diyor ki “… bizim eğilimimizin madde veya ruhani gerçekliğe doğru olduğunu ortaya çıkartan sadece bizim ne gördüğümüz, nasıl gördüğümüz değildir. Arkadaşlarımız da- ilgi gösterdiğimiz kişiler ve bizden kaçanlar da bizim iç niteliklerimizi gösterirler.”

O halde şimdi bir de mevcut veya bundan sonraki çatışmalarınıza bu gözle bakmayı deneyin lütfen, acaba özellikle sürekli çatışma yaşadığınız kişilerle hangi müşterek noktada buluşuyorsunuz, sizi biraraya getirenler ve o çatışmaya sebep olan ya da bu vesileyle keşfedeceğiniz iç nitelikleriniz neler olabilir?

Her daim kadr-i müştereklerinizi bulup iç huzurunuzu korumanız dileğiyle…

Kaliforniya Günlükleri 3

Emek ve İşgücü - Sabır Buraya gelmeden önce de yurtdışında yaşayan veya bir dönem yaşamış pek çok arkadaşımdan duyuyordum bunu. Sıra deneyimlemeye gelmiş olmalı ki şimdi tam da içindeyim bu durumun. Türkiyemde genellikle, hele de doğru kişileri tanıyorsanız (doğrudan...

Kaliforniya Günlükleri 2

Cennetteki Durağan Hayat Eylül ayı başında küçük, sade ve eğlenceli bir nikah yaptık. Elbette Sezen ve Tarkan’ın parçaları ortamı epey güzelleştirdi. Amerikada da nikahlansak Türklüğümüzü en alasından yaşadık, bence buradakiler bizdeki gibi eğlenmeyi filan bilmiyorlar...

Kaliforniya Günlükleri 1

Güneşin ve Yangınların Eyaleti Hayatımda yeni bir dönemin başlangıcı olduğu için Kuzey Kaliforniya’daki yaşantımı, paylaşmaya değer bulduğum bazı konulardaki deneyimlerimi, gözlemlerimi birkaç haftalık bir süreç içerisinde yayımalayacağım bu yazı dizisinde sizlere...

Sizin Anayasanız Ne?

Sizin Anayasanız Ne?

Sizin Anayasanız Ne?

Sadece devletlerin mi Anayasası olur? Bence herkesin bir anayasası olmalı. Geçen sene sonuna doğru evimi taşırken çok eski üniversite klasörlerimden birinin içinden hafif buruşuk bir tek sayfa buldum. “Pınar’ın Anayasası” başlıklı sekiz maddeden oluşan ve muhtemelen 1990’lı yılların başında üniversitede okurken yazdığım bir metindi. Çünkü teknoloji çağıyla birlikte yazım bir daha hiçbir zaman o kadar inci gibi olamadı.

Bulduğum metnin orjinal halini resim olarak bu yazıya aynen koyuyorum. Okuyunca, yüzüme kocaman, alaycı bir gülümse yayıldı. Dedim ki kendi kendime, büyük bir kısmı avukat olarak, son 5 senesi de koç ve eğitmen olarak geride bıraktığım 24 yıllık çalışma hayatım içindeki yolculuğun önemli bir bölümü aslında o buruşuk kağıtta yazan o sekiz maddeyi yaşamak için, öğrenmek için, öğretmek için ve hatırlamak için geçmişti.

Oysa daha üniversite yıllarımda çözmüşüm olayı. Ama biliyorsunuz “İnsan” kelimesinin anlamlarından birisi de “Unutan”mış. İnsanız, unutuyoruz işte. Kendimizi unutuyoruz, önceliklerimizi unutuyoruz, değerlerimizi unutuyoruz, bizi ateşleyen şeyleri, içsel motivasyon kaynaklarımızı unutuyoruz. Dünyanın meşgaleleriyle, dertleriyle uğraşırken ve çoğunlukla etrafımızdakilere bakarak ya da yaşadığımız dönemin ağırlıklı eğilimlerine göre veya sadece maddi ihtiyaçlarımıza göre çizdiğimiz hayat yolunda bir bakıyoruz ki içinde bulunduğumuz işin, ortamın, sahip olduklarımızın içinde biz ya yokuz ya çok azız aslında. Siz ne için “var”dınız, “kim olmak” için gelmiştiniz bu dünyaya? Şimdi bunu hatırlamayı seçin. Ne olursanız olun, ne yaparsanız yapın, hayatınızın anayasasını yapın ve sonra bakın bakalım hangi maddelerinden siz sorumlusunuz ve hangilerinden asla vazgeçmezsiniz.

Anayasanız asıl olarak “değerlerinizden” oluşur, biraz da hayalleriniz, inandıklarınız ve sizi siz yapan karakter özelliklerinizden. Bunları en son ne zaman düşündünüz, ne zaman dillendirdiniz veya yazdınız. Bu pratiği yapmazsanız bu uzun ince hayat yolunda neler ayakta tutacak sizi? Vizyonunuzu nasıl belirleyeceksiniz ve bu vizyona doğru yürürken nerden destek alacaksınız? Biraz zaman ayırıp yaptığınız takdide, işte bu anayasadan, oradaki değerlerden ve içsel kaynaklarınızdan alacaksınız bu desteği.

İşiniz çok kolay, üstelik devletlerin aksine, sizin anayasanızı sizin dışınızda hiç kimse değiştiremez inanın.

Kaliforniya Günlükleri 3

Emek ve İşgücü - Sabır Buraya gelmeden önce de yurtdışında yaşayan veya bir dönem yaşamış pek çok arkadaşımdan duyuyordum bunu. Sıra deneyimlemeye gelmiş olmalı ki şimdi tam da içindeyim bu durumun. Türkiyemde genellikle, hele de doğru kişileri tanıyorsanız (doğrudan...

Kaliforniya Günlükleri 2

Cennetteki Durağan Hayat Eylül ayı başında küçük, sade ve eğlenceli bir nikah yaptık. Elbette Sezen ve Tarkan’ın parçaları ortamı epey güzelleştirdi. Amerikada da nikahlansak Türklüğümüzü en alasından yaşadık, bence buradakiler bizdeki gibi eğlenmeyi filan bilmiyorlar...

Kaliforniya Günlükleri 1

Güneşin ve Yangınların Eyaleti Hayatımda yeni bir dönemin başlangıcı olduğu için Kuzey Kaliforniya’daki yaşantımı, paylaşmaya değer bulduğum bazı konulardaki deneyimlerimi, gözlemlerimi birkaç haftalık bir süreç içerisinde yayımalayacağım bu yazı dizisinde sizlere...

DİNLE-DİM

DİNLE-DİM

DİNLE-DİM

Konuştuğunuz insanları ne kadar dinliyorsunuz?
En son kimi dinlediniz?
Neler söylediğini ne anlattığını ve onları ne için anlattığını hatırlıyor musunuz?
Onları dinlerken ne yapıyordunuz?
Çok soru sordum galiba. Çünkü çok önemli bu. Yazılarımda sıklıkla atıfda bulunacağım, insan zihninin sınırları ve davranışlarımızı inceleyen ve anlatan kitabı “Düşünce Ağları” ile ilk defa beş sene önce hayatıma giren Jiddu Krishnamurti, “Dinlemeyi” öyle güzel tanımlamış ki, buradan yola çıkarsak bunu anlamak çok kolaylaşıyor.  Diyor ki Krishnamurti [1] : “eğer birisini tamamıyla ve dikkatlice dinliyorsanız, öyleyse sadece sözlerini değil, size aktardıklarına ilişkin duygularını da, kısmen değil, tamamıyla dinliyorsunuzdur”.
Dinlemeye ilişkin ikinci en güzel tanımlama, bana göre tabi ki, Çin alfabesinde “Dinle” kelimesinin yazılışı’dır.  Daha doğrusu şöyle, pek çok kaynaktan okuyabileceğiniz üzere Çin alfabesi tam bir alfabe olarak nitelendirilemez, kullanılan karakterler doğrudan heceleri ya da sesleri ifade etmezler, dilde kullanılan kelimeler için farklı karakterler vardır. Yani kısaca alfabe harflerden değil sembollerden oluşuyor. “Dinle” kelimesi için 5 tane sembol kullanılıyor. Bu semboller şunlar: Gözler- Kulaklar- Bölünmemiş Dikkat- Kalp- Kişi
Bir başka kaynağa göre de semboller şöyle anlatılıyor, aşağıda orjinal metin yanında Türkçesiyle aktarıyorum:

Ear = What you use to listen   (hear) Kulak = dinlemek için kullandığın organ (duymak)
King = Pay attention as if the other person were king (obey) Kral =dinlediğin kişi bir kralmışçasına dikkat etmek (itaat)
Ten and Eye = Be observant as if you had ten eyes (heed) On ve Göz  = on tane gözün varmışcasına gözlemci olmak (dikkat)
One = Listen with individual attention (attend to) Kişi = bireysel dikkat ile dinlemek (kendini vermek)
Heart = Listen also with your heart (in addition to ear and eye) (hearken) Kalp= bir de kalbinle dinlemek (göz ve kulakların yanısıra kalp ile duymak)

İşte biz buna koçluk’da üçüncü seviyeden dinlemek (derin dinleme) diyoruz. Derin dinlemenin bazı özellikleri var:
Öncelikle karşınızdakinin sözünü kesmeden sonuna kadar dinleyeceksiniz
Anlamadıysanız veya teyit etmek istediğiniz şeyler varsa soru sorup doğru anlamaya çalışacaksınız
Karşınızdaki kişiye ne cevap vereceğinizi düşünerek ya da ona bir sonra söyleyeceğiniz ya da soracağınız şeyi düşünerek dinlemeyeceksiniz.
Göz temasınızı, hatta tüm beden diliyle dinlemeyi sürdüreceksiniz.
Daha da öteye giderek karşınızdakilerin sadece söylediklerini değil, sustuklarını da dinleyeceksiniz. En çok da sustukları yerden konuşurlar insanlar. Kelime ya da cümle aralarında verdikleri “s”ler, gözlerin baktığı yerler, omuzların ve bedenin duruşu hepsi bir konuşmadır aslında, dinlemeyi bilirseniz.
Peki yukarıdaki gibi dinlemezseniz ne olur?
Anlamazsınız
Yanlış anlarsınız
İletişiminiz yarım veya anlamsız kalır
O diyalog, monolog olur, ulaşması gereken sonuca ulaşamaz
Vakit kaybedersiniz
Bazen insan da kaybedersiniz
Ne dersiniz ? Hayat kıymetli, ilişkilerimiz kıymetli, zamanımız kıymetli, karşınızdaki insan ya da konu da sizin için kıymetli ise nasıl dinlemek istersiniz.
İsterseniz en kısa zamanda pratik yapmaya başlayın ve iletişiminizin kalitesi nasıl değişiyor, gözlemci olun.
Dinlemede kalın, sevgiyle kalın.


[1] “So when you are listening to somebody, completely, attentively, then you are listening not only to the words, but also to the feeling of what is being conveyed, to the whole of it, not part of it”.

Kaliforniya Günlükleri 3

Emek ve İşgücü - Sabır Buraya gelmeden önce de yurtdışında yaşayan veya bir dönem yaşamış pek çok arkadaşımdan duyuyordum bunu. Sıra deneyimlemeye gelmiş olmalı ki şimdi tam da içindeyim bu durumun. Türkiyemde genellikle, hele de doğru kişileri tanıyorsanız (doğrudan...

Kaliforniya Günlükleri 2

Cennetteki Durağan Hayat Eylül ayı başında küçük, sade ve eğlenceli bir nikah yaptık. Elbette Sezen ve Tarkan’ın parçaları ortamı epey güzelleştirdi. Amerikada da nikahlansak Türklüğümüzü en alasından yaşadık, bence buradakiler bizdeki gibi eğlenmeyi filan bilmiyorlar...

Kaliforniya Günlükleri 1

Güneşin ve Yangınların Eyaleti Hayatımda yeni bir dönemin başlangıcı olduğu için Kuzey Kaliforniya’daki yaşantımı, paylaşmaya değer bulduğum bazı konulardaki deneyimlerimi, gözlemlerimi birkaç haftalık bir süreç içerisinde yayımalayacağım bu yazı dizisinde sizlere...

Öğretmen Yıllar

Öğretmen Yıllar

Öğretmen Yıllar

Hayatı öğrenmek için sınırsız kaynaklarımız var. İyi öğretmenler her zaman sadece kıymetli insanlardan oluşmuyor. Geçirdiğimiz yıllar da, farkına varırsak, çok şey öğretiyor bize.

Benim “Öğretmen Yıllarım“ ne mi öğretti bana?

* Büyümek ve olgunlaşmak için, olmamız gereken insan olmak için başkalarına ihtiyacımız var; başkalarının bize tuttuğu aynada kendimizi görmeye;
* Eski’miş duygularımızdan, eskimiş düşüncelerimizden kurtulmaya, arınmaya çalışmanın kendimize yapabileceğimiz en büyük ‘iyilik’ olduğunu;
* Herşeyin bir zamanı vardır, onun için en büyük meziyetlerden biri ‘sabır’dır; Sabırlı olmanın ise bazen sabırla beklemek olduğunu ama daha çok sabırla ‘çalışmak’ sabırla ‘öğrenmek’, sabırla ‘mücadele etmek’ olduğunu;
* Zaman kaybetmenin ağır bir bedeli olduğunu, doğru zamanda sizin için en doğru ve en faydalı adımları atmak için bir dakika bile beklemenin ziyan edilmiş zaman olduğunu; Öyleyse, değişmesi gerektiğine inandığınız ve değiştirebilme gücünüz olan herşeyi “zamanında” değiştirmenin çok önemli olduğunu;
* Kendinizi geliştirmeniz gereken her konuda “pratik yapmanın” en doğru yol olduğunu; Bunu en basit davranışlarınızdan en sürekli davranışlarınıza kadar herşey için uygulayabilirsiniz; mesela zihninizi karıştıracak kadar çok mu düşünüyorsunuz “düşünmeme pratiği” yapmaya başlayın çünkü sadece zihni susturmak da sizi gitmeniz gereken yere götürür; veya sürekli aynı şekilde mi düşünüyorsunuz aynı tepkileri mi veriyorsunuz o zaman da “farklı şekilde düşünme pratiği” yapmaya başlayın, bu örnekler gibi kendi pratiklerinizi kendiniz oluşturun;
* Bazen dimdik durmanın bazen de kırılıp dökülmenin, biraz da savrulmanın hiçbir zararı olmadığını aksine daha da güçlendirdiğini;
* Herkesi olduğu gibi kabul etmenin bir erdem olduğunu, bununla birlikte olduğu gibi kabul ettiğiniz her insanı hayatınızda tutmanız gerekmediğini;
* Tüm problemlerimizin ve korkularımızın da birer “öğretmen” olduğunu;
* Hayat yolunda yürürken karşınıza çıkan ya da yanınızda olan insanların iyi ve doğru insanlar olmasının ne çok önemli olduğunu;
* Son olarak da, öğrencisi olduğum yolda daha iyi bir öğretmen olacağımı öğretti öğretmen yıllar;

Halil Cibran diyor ki, “… Sonra bir öğretmen, bize öğretmekten söz et, dedi. O da dedi ki: Hiç kimse bilginizin şafağında yarı uykuda beklemekte olan dışında birşey bildiremez size”.

O halde her birimiz bilgimizin şafağında yarı uykuda beklemekte olan hangi bilgileri, hangi öğretileri hatırlamaya hazırız? En çok da kendimizi görmeye, kendimizi hatırlamaya ve yüzleşmeye ne kadar hazırız?

Şimdi siz de kendi öğretmen yıllarınıza bakın, bakalım ne göreceksiniz ve daha önemlisi bunları gördükten sonra bundan sonraki öğretmen yıllarınızda neler görmek isteyeceğinizi, büyümeyi ne tarafa doğru yapmak isteyeceğinizi biraz da siz belirleyeceksiniz, hayatın ve kaderin getirecekleri öğretiler de sürpriz bohçanız olsun.

Gittiğiniz bütün yolların iyi insanlara çıkması dileğiyle…

Kaliforniya Günlükleri 3

Emek ve İşgücü - Sabır Buraya gelmeden önce de yurtdışında yaşayan veya bir dönem yaşamış pek çok arkadaşımdan duyuyordum bunu. Sıra deneyimlemeye gelmiş olmalı ki şimdi tam da içindeyim bu durumun. Türkiyemde genellikle, hele de doğru kişileri tanıyorsanız (doğrudan...

Kaliforniya Günlükleri 2

Cennetteki Durağan Hayat Eylül ayı başında küçük, sade ve eğlenceli bir nikah yaptık. Elbette Sezen ve Tarkan’ın parçaları ortamı epey güzelleştirdi. Amerikada da nikahlansak Türklüğümüzü en alasından yaşadık, bence buradakiler bizdeki gibi eğlenmeyi filan bilmiyorlar...

Kaliforniya Günlükleri 1

Güneşin ve Yangınların Eyaleti Hayatımda yeni bir dönemin başlangıcı olduğu için Kuzey Kaliforniya’daki yaşantımı, paylaşmaya değer bulduğum bazı konulardaki deneyimlerimi, gözlemlerimi birkaç haftalık bir süreç içerisinde yayımalayacağım bu yazı dizisinde sizlere...