Sessiz Koç

Sessiz Koç

Sessiz Koç

O benim sessiz koçumdu. Hiç konuşmazdı. Sadece uzun uzun ve derin bakardı. Arada sırada miyavlardı. Kendi yapmak istediklerini daha çok hareketleri ile belli ederdi. Duygularını ise her zaman beden dilini kullanarak gösterirdi. Sevgi istediği zaman ya da sevdiğini göstermek için gelir yanıma sokulurdu mesela. Uzun bir seyahatten sonra eve geldiğimde, bavulumu yerde açık bırakırsam bavulun içine, kıyafetlerimin üstüne yatıp saatlerce orada uyurdu. Ya da bir seyahate gitmek için hazırlanmak üzere bavulumu çıkarıp açtığımda, gitme ya da gidersen beni de götür dercesine boş bavulun içine girer güzelce yerleşirdi oraya.

Tırnaklı patileriyle evdeki koltukları tırmalarken ona kızdığım zaman önce anlamayan gözlerini kocaman açarak bana bakar sonra hızlıca koşarak kaçardı. Canım sıkkın olduğunda bunu mutlaka hisseder, anlar ve kucağıma çıkıp uzun uzun karnıma masaj yapardı, sonra da güzelce oraya yerleşir ve otururdu. Hayatta bildiğim hiçbir terapi bundan daha etkili olamazdı. Tek istediği sevilmek ve karnının doyurulmasıydı, arada sırada da oyun oynamak. Uyuyorsam ya da yatıyorsam mutlaka gelip yanıma yatardı, arada gözlerimizi aralayıp birbirimize bakardık ve tekrar kapatırdık gözlerimizi. Bu, bizim birbirimize ‘seni seviyorum ve sana güveniyorum’ deme sinyalimizdi. Karşılıksız ve koşulsuz seven ve sıcaklığını ve sevgisini her daim gösteren hayatımın en anlamlı parçalarından biriydi.

Bu dünyadan alacağını almış olmalı ki gitti diye düşünüyorum. Bir ay önce, çok zamansız ve beni yeni hayatımda yalnız ve büyük bir üzüntüyle bırakarak gitti. O çok güzel bir ruhtu, hayatıma girdiği ve beş yıl boyunca bana yaşattığı duygular için dünyanın en şanslı kullarından biriyim. Biz insanlar kendimizi veya sevgimizi çoğunlukla konuşarak ifade etmeye çalışırız, onu da her zaman beceremeyiz, çünkü içimizdeki onlarca karmaşık duygu, aklımızdaki yüzlerce düşünce bazen ağzımızdan çıkanların şeklini şemalini değiştirir bazen de hedefi şaşırır. Ben de kedim gibi olup, tüm sessizliğimle koçluk yapabilsem keşke bazen. Onun sayesinde çok daha iyi biliyorum ki her zaman çok konuşmak gerekmiyor, sadece hareketlerimiz, bakışlarımız, sessizliğimiz düşündüğümüzden çok daha derin anlatabilir herşeyi.

Bu resmi onu kaybetmemizden bir hafta önce sevgili kızım çekmişti ve giderken uzun uzun vedalaşmıştı o da kedisiyle. Ailemizin en minik ve güzel huylu ferdi huzur içinde uyusun. Bize yaşattıkları duygular ve öğrettikleri için ona minnettarız.

Sevgiyle kalın,

Kaliforniya Günlükleri 6

Günlük Yaşantı, Ne Var Ne Yok - 1İnsanın hangi yaşta olursa olsun alıştığı çevreden, düzenden ve konfor alanından çıkıp bambaşka dinamiklerle yaşamaya başlamasının inanılmaz büyük faydaları olduğunu düşünüyorum. Buradaki bir yılımı tamamladım. İlk geldiğimde ve hatta...

Kaliforniya Günlükleri 5

Trafik, Yayalar, Korna SesiBu başlığa pek çok çey daha eklenebilir. Bu yazıda da biraz buradaki iyi ve gelişmiş şeylerden bahsedeyim artık. Şu anda bir seneyi aşkındır buradayım. Toplasanız 4-5 kere korna sesi duymuş olabilirim, bunun da yarısı San Fransisco’da yani...

Kaliforniya Günlükleri 4

Başvuru Süreçleri ve SabırHiç çok sabırlı bir insan olduğunuzu düşüdünüz mü? Burada yaşadığım ve geçirdiğim pek çok süreç bana eskisinden daha da sabırlı olmayı öğretiyor ki ben kendimi sabırlı bir insan zannerdim. 2018 yılı Kasım ayında tüm izin başvurularımı yaptık....

Bilgi Tutsaklıktır Anlayış Özgürlüktür

Bilgi Tutsaklıktır Anlayış Özgürlüktür

Bilgi Tutsaklıktır Anlayış Özgürlüktür

Bu sözü ilk duyduğumda, “?? nasıl yani, hiç öyle şey olur mu, bu ne demek şimdi!!”… demiştim. Bunca yıldır inandığım ve savunduğum “bilgi güçtür”, “bilgili olmak gibisi yoktur” gibi inançlarım nasıl olur da yanlış olabilir ya da acaba ben neden hiç bu sözde yazıldığı gibi düşünmedim diye düşünmüştüm. Koçlukla uğraşanlar ya da insan kaynakları disiplinlerini kullanan şirketler, çalışanlar bilirler, bizim zaman zaman kullandığımız “değerler”i belirlemeye yönelik testler vardır. Son on senedir yaptığım bütün testlerde “bilgi” her zaman en üstlerde çıkar, hiç de şaşırmam buna çünkü bilmek ve öğrenmek kıymetlidir benim için ve yeni birşey okuyamadığım, öğrenemediğim günü kayıp sayarım.

Dolayısıyla da bilginin derin bir hazine olduğuna, bilmenin sonu olmadığına ve insanın kendisini yeni bilgi ve öğretilerle donatmasının hep değerli olduğuna inanmışımdır. Bu sebeple “Bilgi Tutsaklık’tır-Anlayış Özgürlüktür” önermesini ilk gördüğümde, anlamakta dahi zorlanmıştım. Bu sözü bir kitapta ilk kez okumamın üzerinden bir sene geçmiştir ve son zamanlarda sık sık aklıma takılır, düşünürüm ve hatta yaşarım bu söz’deki doğruluk payını.

Bilgi kelimesinin sözlük anlamı şöyledir: “araştırma ya da gözlem yoluyla elde edilen gerçek, malumat, vukuf; (bilişimde) kurallardan yararlanarak kişinin veriye yönelttiği anlamadır…Ayrıca genel olarak ve ilk sezi durumunda zihnin kavradığı temel düşünceler ve insan aklının kapsayabileceği olgu, gerçek ve ilkelerin tümüdür”. Anlayış kelimesinin sözlük anlamında ise şunları görebilirsiniz: “Anlama işi, telakki; bir toplum veya topluluktaki bireylerde görüş ve inanış etmenlerinin etkisiyle beliren düşünme yolu, düşünüş biçimi, zihniyet, mentalite; Anlama yeteneği, ferasat, izan; Hoş görme, halden anlama…”

Hani bazen aklınıza birşey takılınca karşınıza hep onu hatırlatacak ya da o konuyla ilişkilendirebileceğiniz söylemler, deneyimler, hikayeler çıkar ya, ben de bu konudakileri aşağıda toparlamaya çalıştım:

Ünlü e-ticaret sitesi Ali Baba’nın Çinli kurucusu Jack MA, 24 Ocak 2018 tarihinde Dünya Ekonomik Forumunda yaptığı ve internette de pekçok kez yayımlanan ilham verici konuşmasında[1] diyor ki “… artık teknoloji var, akıllı makinalar var, yapay zeka var… çocuklarımıza akıllı makinalarla rekabet edebilecekleri birşey öğretemeyiz çünkü makinalar daha akıllı. Onun için onlara makinaların yapamayacağı daha benzersiz şeyler öğretmeliyiz: değerleri-inanmayı-bağımsız düşünmeyi- başkalarını önemsemeyi-takım çalışmasını…”. Yani, bundan sonra bilgi öğretmekten veya bilginin çocuklara sağlayıcı üstünlükten çok daha önemli başka şeyler var diyor Jack MA.

Mesneviden bir bölüm çıkıyor sonra karşıma: “Akıl, iki çeşittir: Birincisi kazanılan akıldır; sen onu mektepteki çocuk gibi kitaptan, hocalardan, düşünceden, alışkanlıktan, kavramlardan, ve yeni ilimlerden öğrenirsin. Aklın başkalarınınkinden daha büyük olur fakat edindiklerinin ağırlığıyla yorulursun. Diğer akıl, Allah’ın ihsanıdır. Onun kaynağı ruhtadır. Gönülden bilgi pınarı fışkırdığında onun kaynağı ne bozulur, ne eskir ne de renk değiştirir. Edinilmiş akıl dışarıdan eve akan bir ırmağa benzer. Eğer yolu üzerinde bir engel olursa aciz kalır. Kendi içindeki pınarı ara sen!” Mesnevi IV- 1960-68.
Bir gün Halil Cibran’ın “Usta’nın Sesi” kitabında “İlim Üzerine” bölümünde bunlar çıkar sonra: “…bir insanın erdemi onun renginde inancında, ırkında ya da ahfadında değil bilgisinde ve ortaya koyduğu hizmetlerindedir. Çünkü, şunu hiç aklından çıkarma ki dostum bilgi sahibi olmuş bir çobanın oğlu, cahil bir veliahttan daha yararlıdır ulusuna. … Öğrenmek, zalim buyrukçuların yağma edemeyecekleri tek zenginliktir. Bilgi’nin içinde yanan kandilini söndürebilecek tek güç Ölüm’dür. Bir ulusun gerçek zenginliği o ulusun altınlarında ya da gümüşlerinde değil, öğreniminde, akıllılığında ve evlatlarının doğru yetiştirilmesindedir. …Bilgi ve Anlayış hayatın iki sadık dostudurlar. Bunlar hiçbir zaman sizi aldatmazlar. Çünkü bilgi başımızdaki taç, anlayış da Asa’nızdır. Bu ikisine sahipseniz daha büyük bir hazineniz olamaz. …Eğer bilginiz size nesnelerin değerini öğretmiyor ve sizi maddiyata bağımlılıktan kurtarmıyorsa, Gerçek’in tahtının yamacına hiçbir zaman varamazsınız…”

Ben, Halil Cibran’ının anlayışla kol kola girmiş bilgi metaforunu çok sevdim. Bilgi başımızdaki Taç ise, anlayış da Asa’mızdır…

Yaşadığım sürece gördüm ki, ne kadar bilirsek bilelim hepimizin bilmeye ve öğrenmeye dair bile engellerimiz vardır, çünkü hepimiz dünyayı kendi zihin haritamızdan, kendi merceğimizden görüyoruz ve bunlar bizim kendi kusurlarımızı, direnç noktalarımızı, korkularımızı içeriyor. Ne kadar bilirsek bilelim halen varsayımlarımızdan, korkularımızdan, önyargılarımızdan, şüphelerimizden vazgeçmek hiç de kolay değil, meğer ki bunlar üzerinde ayrıca çalışmazsak. Bir de ne kadar bilirsek bilelim daima bilinecek öğrenilecek daha fazla şey var ve hep de olacak. Doğru diye bildiğimiz pek çok bilgi bir bakıyorsunuz ki o konunun uzmanı birisi tarafından bir anda çürütülebiliyor ya da yapılan yeni araştırmalarla yerlerini yeni bilgilere, yeni doğrulara bırakıyor. Onun için bir tek bilgiye saplanmanın, amansızca birşeyleri savunmanın yeri geldiğinde insanı kolaylıkla bilgi körü, bilgi cahili ve hatta bağnazlıkla sonuçlanabilecek bir yere getirebileceğini unutmayalım. Bir de hani bazen, bazı olayların neden öyle olduğunu biliriz ya da bazı insanların neden belli bir şekilde davrandığını biliriz, ama ne kadar bilirsek bilelim, bu bilgiyle hiç birşey yapamayız veya bu bizi bir sonuca götürmez, işte böyle zamanlarda “bilgi tutsaklıktır, anlayış özgürlüktür”.

Kaliforniya Günlükleri 6

Günlük Yaşantı, Ne Var Ne Yok - 1İnsanın hangi yaşta olursa olsun alıştığı çevreden, düzenden ve konfor alanından çıkıp bambaşka dinamiklerle yaşamaya başlamasının inanılmaz büyük faydaları olduğunu düşünüyorum. Buradaki bir yılımı tamamladım. İlk geldiğimde ve hatta...

Kaliforniya Günlükleri 5

Trafik, Yayalar, Korna SesiBu başlığa pek çok çey daha eklenebilir. Bu yazıda da biraz buradaki iyi ve gelişmiş şeylerden bahsedeyim artık. Şu anda bir seneyi aşkındır buradayım. Toplasanız 4-5 kere korna sesi duymuş olabilirim, bunun da yarısı San Fransisco’da yani...

Kaliforniya Günlükleri 4

Başvuru Süreçleri ve SabırHiç çok sabırlı bir insan olduğunuzu düşüdünüz mü? Burada yaşadığım ve geçirdiğim pek çok süreç bana eskisinden daha da sabırlı olmayı öğretiyor ki ben kendimi sabırlı bir insan zannerdim. 2018 yılı Kasım ayında tüm izin başvurularımı yaptık....

Kalbin H(aklı)

Kalbin H(aklı)

Kalbin (H)aklı

Bugün yapılan araştırmalar gösteriyor ki kalbimiz sadece vücutta kalp pompalayan fiziki bir organ değil, bunun çok ötesinde bize hayatımızı yönlendirecek duygusal ve sezgisel işaretler gönderen bir organımızdır.  Amerika’da bu amaçla kurulmuş, kalpten gelen sinyalleri ölçen, ordan gelen verilerle hayatımızı nasıl yönlendirebileceğimiz veya bu bilgiyi nasıl lehimize işleyebileceğimiz konusunda  çalışmalar yapan enstitüler var. Bu konuda donanımlı bir yerden bir eğitim aldıktan sonra tekrar daha detaylı bir yazı yazacağım.  Ancak bugün tamamen yaşanmışlıklardan ve sezgilerimden hareketle bu kısa yazıyı yazmak istedim.

İnanıyorum ki zihnimizin de duygularımızın da bizi bir uçtan öbür uca savurmak, çıkmaz yollara sürüklemek gibi bir yetenekleri var. Zihnimizden geçenler mi duygularımızı tetikliyor, yani mesela birisi hakkında olumsuz bir şey duyuyor veya düşünüyorsunuz ve o kişiden yavaş yavaş uzaklaşmaya, onu sevmemeye başlıyorsunuz? Yoksa olumsuz duygularımız mı olumsuz düşünceler üretmemize sebep oluyor, yani önce doğrudan birisi hakkında huzursuzluk veren, olumsuz birşeyler hissediyorsunuz ve sonra düşünmeye başlıyorsunuz, “…zaten bunu da böyle yaptı, bir de şunu söyledi, şunu da hiç yapmamıştı, öyleyse böyledir”, ve gelsin tekrar daha da olumsuz duygular. Bu duygu-düşünce sarmalı besbelli ki bizi bir yere götürmüyor. Biraz da yumurta mı yavuktan tavuk mu yumurtadan hikayesine dönüyor. Bu konularda yüzlerce kitap okudum ancak bu sorunun cevabının tatmin edici bir şekilde açıklandığı  bir metin hatırlamıyorum.  Belki de halen doğru kitabı bulamamışımdır ya da doğru kitap yoktur.  Çünkü bazen bir düşünce duyguyu tetikleyebilir, bazen de bir duygu düşünceyi tetikleyebilir.

Hani şu çok önemsediğimiz aklımız-zihnimiz var ya, aslında onun, öyle çok şeyi manipüle edebilme, istediği sonuçlara uygun hikayeler yazma, başkalarından etkilenme gibi bir özelliği var ki! Bunu mutlaka deneyimlemişsinizdir hayatınızda.  Oysa içimizde, belki de tüm evrenin sırlarını barındıran ve etrafındaki herşeyden ari bir şekilde atan bir kalp var.  Onun için siz dönün kalbinize bakın – onun da bir aklı var, hem de onun sadece çok derinlerinizden, evrenin özünden gelen bir aklı var. Çünkü akıl hikaye üretebilir, senaryo yazabilir ama kalp sadece bilir ve hisseder. Çünkü kalp bedeninizin içinde ve doğrudan ordan sinyal verir; hani birden çok hızlı hızlı atabilir, ya da orada birden sıcak, soğuk, canlı veya buruk gibi birşeyler hissedersiniz ya iyi dinleyin o sinyalleri, kalbiniz yalan söylemez, çünkü bedeniniz de yalan söylemez. Kalbin de aklı vardır ve o her zaman haklıdır. Sadece kulak vermeniz yeter. Zihninizdeki gibi binbir türlü hokkabaz akıl oyunları yapmaz kalp. Mesela bir konu hakkında, bir insan hakkında bir cevaba mı ihtiyacınız var, elinizi kalbinizin üstüne koyun ve kısa bir süre sessiz kalın ve sadece dinleyin, hissedin avucunuzun içine gelen cevapları…

Kaliforniya Günlükleri 6

Günlük Yaşantı, Ne Var Ne Yok - 1İnsanın hangi yaşta olursa olsun alıştığı çevreden, düzenden ve konfor alanından çıkıp bambaşka dinamiklerle yaşamaya başlamasının inanılmaz büyük faydaları olduğunu düşünüyorum. Buradaki bir yılımı tamamladım. İlk geldiğimde ve hatta...

Kaliforniya Günlükleri 5

Trafik, Yayalar, Korna SesiBu başlığa pek çok çey daha eklenebilir. Bu yazıda da biraz buradaki iyi ve gelişmiş şeylerden bahsedeyim artık. Şu anda bir seneyi aşkındır buradayım. Toplasanız 4-5 kere korna sesi duymuş olabilirim, bunun da yarısı San Fransisco’da yani...

Kaliforniya Günlükleri 4

Başvuru Süreçleri ve SabırHiç çok sabırlı bir insan olduğunuzu düşüdünüz mü? Burada yaşadığım ve geçirdiğim pek çok süreç bana eskisinden daha da sabırlı olmayı öğretiyor ki ben kendimi sabırlı bir insan zannerdim. 2018 yılı Kasım ayında tüm izin başvurularımı yaptık....

İçimdeki Kaynak

İçimdeki Kaynak

İçimdeki Kaynak

“Sadece bebekken bu kadar özgürdüm herhalde. Sonra büyüdüm, büyütüldüm, büyümeye çalıştım. Bu sırada biraz yaralandım, biraz kirlendim. Bazen isteyerek, bazen istemeyerek, bazen farkında olarak, bazen farkına varmadan.

Sonra sorgulamaya başladım, bir yola çıkmak istedim. Biraz macera yaşamak ve öğrenmek, öğrendikçe de daha çok öğrenmek istedim. Sevdim, çok sevdim bunu. Çünkü keşfettim, çünkü eğlendim. Bazen de hatta çoğu zaman da taa bebekken olduğum kadar özgür oldum, o kadar ben oldum. Tek farkım bu defa birşeyler bilen, birşeylerin farkında olan bebek ben oldum. Akmak, gürül gürül akmak ve sonsuza kadar akabilmek istiyorum. Tıpkı ismim gibi. Aktığım sürece temiz kalacağımı, serinleteceğimi, bazen küçük çocukların, bazen büyümüş küçük çocukların bana taş atarak eğlenmelerine izin veren uzun ve berrak bir yol olacağımı biliyorum. Öğrenmek, öğretmek, keşfetmek, yol olmak, ışık olmak istiyorum. Bunun için tüm kaynağa ve enerjiye sahibim. Kendimi hiçbir şey için zorlamıyorum, içimden geldiği gibi, içimden geldiği kadar.

Bazen Mevlana, bazen Osho olmak istiyorum. İkisi de farklı ama farklı doğruları var, belki tezatmış gibi görünen tarafları var. Oysa hepsi bize dair. Birlikler de tezatlar da bize dair.  Bunu anladığım ve yaşamaya başladığım zaman, tamam şimdi asıl serüven başlıyor dedim. Yaşım da epey ileriydi ama ne gam, herşey yeni başlıyormuş gibi hissediyordum. Artık daha çok alıp hayattan, daha çok verebilirdim hayata. O zaman susmaz yüreğim ve durmaz bedenim. Ben ne zaman durdurmak istersem, ne zaman susturmak istersem, o vakit ancak. Oysa daha çok vakit var buna. Şimdi sürsün istiyorum, şimdi hem kendime hem başkalarına bir şekilde dokunacağımı biliyorum. Artık ışığım giderek daha kocaman, daha aydınlık olacak.”

Yukardaki satırları 2012 yılında aldığım koçluk eğitimimde, bizlere 10 dakika süre tanıyıp, “kalemi kağıttan kaldırmadan içinizden ne giçiyorsa yazın” dediklerinde yazmışım.  Yani eski defterler, eski kitaplar arasında kalmış.  O gün bugündür de içimdeki bu kaynakla ilerliyorum hayatta. İsterseniz bir gün siz de bu çalışmayı yapın, yani kaleminizi defterden ayırmadan içinizden ne geliyorsa yazın, kendinize 10 dakikadan daha fazla zaman da verebilirsiniz. Yazarken düşünün lütfen, bugüne kadar içinizdeki hangi kaynakları kullandınız? Hangi kaynaklarınızın farkındasınız, hangilerini atıl bıraktınız? Ya tüm kaynaklarınızın farkında olsanız, onları cesaretle içinizden çıkarsanız, sırayla, yerine göre kullanmaya başlasanız hayatınızda neler  farklı olur ya da hayat nasıl değişir acaba?

Sevgiyle ve her daim içsel kaynaklarınıza ulaşma gücü ve cesaretiyle kalın.

Kaliforniya Günlükleri 6

Günlük Yaşantı, Ne Var Ne Yok - 1İnsanın hangi yaşta olursa olsun alıştığı çevreden, düzenden ve konfor alanından çıkıp bambaşka dinamiklerle yaşamaya başlamasının inanılmaz büyük faydaları olduğunu düşünüyorum. Buradaki bir yılımı tamamladım. İlk geldiğimde ve hatta...

Kaliforniya Günlükleri 5

Trafik, Yayalar, Korna SesiBu başlığa pek çok çey daha eklenebilir. Bu yazıda da biraz buradaki iyi ve gelişmiş şeylerden bahsedeyim artık. Şu anda bir seneyi aşkındır buradayım. Toplasanız 4-5 kere korna sesi duymuş olabilirim, bunun da yarısı San Fransisco’da yani...

Kaliforniya Günlükleri 4

Başvuru Süreçleri ve SabırHiç çok sabırlı bir insan olduğunuzu düşüdünüz mü? Burada yaşadığım ve geçirdiğim pek çok süreç bana eskisinden daha da sabırlı olmayı öğretiyor ki ben kendimi sabırlı bir insan zannerdim. 2018 yılı Kasım ayında tüm izin başvurularımı yaptık....

Vizyonun Neyse O’sun!..

Vizyonun Neyse O’sun!..

Vizyonun Neyse O'sun!..

Hayatımızdaki kararları verirken ya da ileri doğru attığımız adımları tasarlarken bize yön veren o en yüksek ve en derin motivasyon kaynağımıza bakalım. Elbette “vizyon”dan bahsediyoruz. Vizyonun ne olduğunu tarif etmeye çalışalım. Vizyon en genel tanımıyla: “odaklandığımızda, hayatımızın büyük planında kendimizi görmek istediğimiz “o yerde”, “o insan” olmak ve “o insan olmak için bize ilham veren hayatımızın büyük resmidir”. Sanki biraz gözünüzde canlanır gibi oldu mu? Her zaman çok kolay olmayabilir, bazen biraz da çaba ister “vizyonumuzu” belirlemek ve oluşturmak.

Pek çok işyerinde çalışanlara yıllık ya da aylık hedefler verilir. Bizler de bazen yapmak istediklerimizi düşündüğümüzde ya da harekete geçmek için kendimizi zorladığımızda hemen hadi bir hedef koyalım der ve işe koyuluruz “ … zamanda şunları yapıcam”, “bu sefer kesin olarak, … işlerimi …. gününe kadar tamamlayacağım” gibi hedefler koyarız, çok da zor değil nasılsa bunları düşünmek ya da söylemek. Oysa genellikle bunlar sözde, yazıda veya havada kalır. Neden? Çünkü ne için hedef koyduğunuzu bilmiyorsanız, o hedefler yarı yolda kalmaya mahkumdur. Hedef koyarken ister tümden gelimle ister tüme varımla gidelim her yol “vizyon”a çıkar. Bu şu demek, hedef koymak güzeldir ama hedef koyarken önce düşünün ne için, hangi amacınızı gerçekleştimek için hedef koyuyorsunuz ve bu amaç hayatınızla ilgili hangi vizyonunuzu gerçekleştirmeye hizmet edecek. Diğer taraftan bakarsanız, hayat yolunuzda yapmak istediklerinizle ilgili planlamaya ve harekete geçmek için en başta bunları ne için yapacağınıza karar vermeniz nasıl olur? En tepede hep vizyon’la karşılaşırsınız, eğer onu bilmiyor veya doğru tanımlayamıyorsanız diğerleri de biraz eksik kalacaktır. Yani her daim önce vizyon-rüya ve sonra onun hayata geçmesi için gereken yaratım ve üretim süreci başlar.

Şimdi vizyonunuzu bulmaya odaklanınca da biraz telaşa kapılıp, “ne ola ki benim vizyonum acaba?” diye derin araştırmalar yapmaya ya da mucizevi birşeyler bulmanın peşine düşmeye gerek yok. Vizyon hepimizin çocukluğundan beri yapmayı daha çok sevdiği, düşünürken ya da yaparken daha çok heyecanlandığı birşeyler vardır. İşte onlara bakmak, oralardan yola çıkmak lazım. Bu yetmez tabi, bunları bulduğumuzda bu özelliklerimiz, bu hayallerimiz, bu heyecanlarımız bizi nereye götürsün istiyoruz, kendimizi nerede, ne yaparken veya kim olarak görüyoruz, biraz da buna kafa yormak vizyonumuzu oluşturmamıza yardım eder. Hayatınızın en derin ve en önemli anlam ve tatmin’i hangi kaynaktan, hangi değerlerden geliyor sorusunu da cevaplamanız epey yardımcı olacaktır. Şayet, kendisiyle ilgili iç görüsü erken yaşlarda gelişmiş ve biraz da odaklı, kararlı şanslı insanlardansanız vizyonunuzu çoktan gençlik yaşlarınızda belirlemiş ve oraya doğru yol almaya başlamış da olabilirsiniz. Dediğim gibi çok mucizevi, kimsede olmayan, bambaşka birşey olması gerekmiyor “vizyon”unuzun. Sadece “huzur ve barış içinde”, ya da “özgür” veya “başarılı bir rol model” olmak gibi bir vizyonunuz olabilir. Yeter ki neyin, hangi rüyanın, hangi vizyonun sizi bu doğrultuda harekete geçireceğine ve her ne olursa olsun orada tutacağına, önünüze çıkacak engelleri aşacak kadar güç ve ilham vereceğine siz karar verin.

Liderlik bugün pekçok farklı kavramla ilişkilendirilir. Bağ kurmak, birlikte yaratmak, işbirliği, merak, saygı gibi. Bunların en başında da gene vizyon gelir. Vizyon sahibi olmak ve bu vizyonu hayata geçirmek ve başkalarına da aktarabilmek bir liderin en önemli vasıflarından birisidir diye düşünüyorum.

Bitirirken kıssadan hisse: Ressam Michelangelo’ya sormuşlar “nasıl böyle güzel resimler yapıyorsunuz” diye; o da cevap vermiş: “ o güzellikler taşın içinde var, ben sadece fazlalıkları atıyorum”. İşte böyle birşeydir vizyon.

Kaliforniya Günlükleri 6

Günlük Yaşantı, Ne Var Ne Yok - 1İnsanın hangi yaşta olursa olsun alıştığı çevreden, düzenden ve konfor alanından çıkıp bambaşka dinamiklerle yaşamaya başlamasının inanılmaz büyük faydaları olduğunu düşünüyorum. Buradaki bir yılımı tamamladım. İlk geldiğimde ve hatta...

Kaliforniya Günlükleri 5

Trafik, Yayalar, Korna SesiBu başlığa pek çok çey daha eklenebilir. Bu yazıda da biraz buradaki iyi ve gelişmiş şeylerden bahsedeyim artık. Şu anda bir seneyi aşkındır buradayım. Toplasanız 4-5 kere korna sesi duymuş olabilirim, bunun da yarısı San Fransisco’da yani...

Kaliforniya Günlükleri 4

Başvuru Süreçleri ve SabırHiç çok sabırlı bir insan olduğunuzu düşüdünüz mü? Burada yaşadığım ve geçirdiğim pek çok süreç bana eskisinden daha da sabırlı olmayı öğretiyor ki ben kendimi sabırlı bir insan zannerdim. 2018 yılı Kasım ayında tüm izin başvurularımı yaptık....

Gizli Efendiniz: Değerleriniz

Gizli Efendiniz: Değerleriniz

Gizli Efendiniz: Değerleriniz

Son zamanlarda hem toplum olarak hem bireysel olarak öyle günlerden geçiyoruz ki bize neler oluyor, bu toplumda ne değişti, neden yaşıyoruz bunları diye sormadığımız gün olmuyor neredeyse. Onun için biraz “değerler”den bahsetmek geldi içimden bugün. Koçlukla tanışanlar mutlaka “değer”lerimizin hayatımızda ne büyük rol oynadığını öğrenmişler ve kendi değerlerini anlamak veya hatırlamak için biraz kafa yormuşlardır.

Değerlerimiz doğumdan itibaren kısmen genetik kodlamamızla gelen kısmen de gelişim evremizde, içinde bulunduğumuz toplum tarafından da belirlenen, yavaş yavaş edindiğimiz hayata dair prensip ve ilkelerimizdir. Değerlerimiz bizi biz yapan, hayatımızın öylesine güçlü yapı taşlarıdır  ki onlar uğruna adım atmaya veya atmamaya karar veririz. Değerlerimizi hayata geçirebildiğimiz, onore edebildiğimiz yani onları yaşayabildiğimiz bir hayat bize mutluluk ve huzuru getirir. Değerleri hayata geçirebilmek için de öncelikle onların ne olduklarını bilmeniz, içselleştirmeniz ve davranışa dökebilmeniz önemlidir. Davranışa dökmek de her zaman değişik konularda da yazdığım gibi günlük pratiklerinizle mümkündür.

Bir gününüzü nasıl, neler yaparak geçiriyorsunuz? Sıklıkla yaptığınız, tekrarladığınız hangi davranışlarınız var? Nerelerde zaman geçiriyorsunuz? Konuşmalarınıza, söylemlerinize bakın, hangi konuları konuşmaktan zevk alıyorsunuz, heyecan duyuyorsunuz?  Sonra rahatsızlık, huzursuzluk, sıkıntı duyduğunuz ortamlara, insanlara, olaylara, konuşmalara bakın, acaba hangi değerlerinize dokunuyor olabilir bunlar? Günün sonunda hangi değerlerinizi ne sıklıkla yaşayabiliyorsunuz?

Farkında olmasanızda hayatınızda verdiğiniz tüm önemli kararlarınızda, iş seçimi, işten ayrılmak, evlenmek, boşanmak gibi majör kararlardan tutun da nereye tatile gideceğimize, hangi kitapları okuyacağımıza veya okuyup okumayacağımıza bile aslında bu gizli efendimiz karar veriyor. Mesela eşinden ayrılmış bir insanla konuşurken ortaya çıkıyor ki aslında “aile” ve “sevgi” değeri çok yüksek bir insan, o zaman “nasıl olur da ben bu ayrılığı istemiş olabilirim” diye düşünüyor bir an, çelişki gibi geliyor çünkü bu kadar yüksek derecede bağlı olduğu bir değeri varken bundan vazgeçmek nasıl olabilir ki… sonra farkediyor ki zaten o aile ve sevgi değerlerini yaşayamadığı için, ve hatta buna bağlı güven gibi sadakat gibi daha pek çok değerini de yaşayamadığı için bir anlığına kendisi için aslında “değer” olan birşeyden bile vazgeçmek zorunda kalıyor, sonrasında yeniden o değerlerini yaşatabileceğine inandığı için. Bu örnekte olduğu gibi, değerlerimiz çoğu zaman çatışmalarımızın da temel sebeplerinden birisidir.

İnsan toplumun en küçük yapı taşıdır ve değerlerin ayaklı bir temsilcisidir. Lakin sadece insanların değil şirketlerin ve toplumların da değerleri vardır. Gelişmiş bir şirket kültürünün olduğu yerlerde bu değerler tanımlanır, çalışanlarla paylaşılır ve genellikle şirket manueli veya benzeri bir dokümanda, şirketin misyonu, vizyonu, değerleri kısmında yer alırlar. Ancak işin doğrusu çalışanların değerleri bu şirket değerleriyle ne kadar örtüşüyorsa, o zaman bir şirketin değerleri hayata geçebilir. Charles A. O’Reilly ve Jeffrey Pffefer Saklı Değer adlı kitaplarında “Değerleri, stratejileri ve yönetim planlarını anlamak ve bunlar hakkında konuşmak basit olabilir ancak bunları uygulamak gerçekte çok zordur diyorlar [1]. Zira liderlerin, bu değerlerin anlaşılması ve şirket çalışanlarıyla paylaşılmasında büyük sorumluluğu vardır. İşin doğrusu buradaki paylaşım bunun şirket çalışanlarına tebliğ edilmesi gibi bir paylaşım değil, şirket çalışanlarının önemli bir kısmının bu şirket değerlerine veya en azından bu değerlerle örtüşen değerlere sahip olmalarının sağlanmasıdır, onların da bu değerler etrafında birleşmesidir ki ancak o takdirde bir şirkette üretim, yaratıcılık, değer yaratma ve daha yüksek verimlilikle çalışmak gibi davranışlar gözlemlenebiliyor.

Topluma baktığımda ise toplumun değer anlayışı insana özgü değer tanımından biraz farklılık gösterebilir. Bana göre, toplum açısından “insan” bir değerdir, “kadın” bir değerdir, “çocuk” bir değerdir, “insanın dışındaki diğer canlı varlıklar” bir değerdir,  “ahlak” bir değerdir, “yardımlaşmak” bir değerdir, “dürüstlük” bir değerdir, “üretmek”, “adalet” , “saygı”, “hoşgörü” ve illa ki “sevgi” vazgeçilmez değerlerdir.

Geçen hafta sonsuzluğa yolcu ettiğimiz değerli bilim adamı, ünlü fizik profesörü Stephen Hawking bir röportajında kendisine sorulan “nasıl yaşamamız gerekiyor” sorusuna cevaben “We should seek the greatest value of our action” diye cevap vermiş.  Türkçesi “eylemlerimizde en yüksek değeri aramalıyız” diyor. Ne güzel ki, tüm hayatı boyunca ilimle uğraşan bir insan “değer” kavramına ilişkin olarak böyle bir sözü miras bırakıyor ve bu konuda da bir ışık yakıyor. Biraz daha açarsam, diyor ki ancak, davranışlarımız ve eylemlerimiz hem kendimiz hem de yaşadığımız toplum için en yüksek değerleri barındıran ve bu değerlerden beslenen davranışlar ve eylemler olduğu zaman biz biraz daha iyi insanlar olabilir ve iyi bir dünyaya doğru adım atabiliriz.

Değerlerinize sahip çıkmanız ve onlardan cesaret alarak yaşamanız dileğiyle…

[1] “Aligning values, strategies, and management practices may be simple to understand and simple to talk about, but it is very difficult to actually implement.”– Charles A. O’Reilly & Jeffrey Pfeffer, Hidden Value (2000)

 

Kaliforniya Günlükleri 6

Günlük Yaşantı, Ne Var Ne Yok - 1İnsanın hangi yaşta olursa olsun alıştığı çevreden, düzenden ve konfor alanından çıkıp bambaşka dinamiklerle yaşamaya başlamasının inanılmaz büyük faydaları olduğunu düşünüyorum. Buradaki bir yılımı tamamladım. İlk geldiğimde ve hatta...

Kaliforniya Günlükleri 5

Trafik, Yayalar, Korna SesiBu başlığa pek çok çey daha eklenebilir. Bu yazıda da biraz buradaki iyi ve gelişmiş şeylerden bahsedeyim artık. Şu anda bir seneyi aşkındır buradayım. Toplasanız 4-5 kere korna sesi duymuş olabilirim, bunun da yarısı San Fransisco’da yani...

Kaliforniya Günlükleri 4

Başvuru Süreçleri ve SabırHiç çok sabırlı bir insan olduğunuzu düşüdünüz mü? Burada yaşadığım ve geçirdiğim pek çok süreç bana eskisinden daha da sabırlı olmayı öğretiyor ki ben kendimi sabırlı bir insan zannerdim. 2018 yılı Kasım ayında tüm izin başvurularımı yaptık....