İçimdeki Kaynak

İçimdeki Kaynak

İçimdeki Kaynak

“Sadece bebekken bu kadar özgürdüm herhalde. Sonra büyüdüm, büyütüldüm, büyümeye çalıştım. Bu sırada biraz yaralandım, biraz kirlendim. Bazen isteyerek, bazen istemeyerek, bazen farkında olarak, bazen farkına varmadan.

Sonra sorgulamaya başladım, bir yola çıkmak istedim. Biraz macera yaşamak ve öğrenmek, öğrendikçe de daha çok öğrenmek istedim. Sevdim, çok sevdim bunu. Çünkü keşfettim, çünkü eğlendim. Bazen de hatta çoğu zaman da taa bebekken olduğum kadar özgür oldum, o kadar ben oldum. Tek farkım bu defa birşeyler bilen, birşeylerin farkında olan bebek ben oldum. Akmak, gürül gürül akmak ve sonsuza kadar akabilmek istiyorum. Tıpkı ismim gibi. Aktığım sürece temiz kalacağımı, serinleteceğimi, bazen küçük çocukların, bazen büyümüş küçük çocukların bana taş atarak eğlenmelerine izin veren uzun ve berrak bir yol olacağımı biliyorum. Öğrenmek, öğretmek, keşfetmek, yol olmak, ışık olmak istiyorum. Bunun için tüm kaynağa ve enerjiye sahibim. Kendimi hiçbir şey için zorlamıyorum, içimden geldiği gibi, içimden geldiği kadar.

Bazen Mevlana, bazen Osho olmak istiyorum. İkisi de farklı ama farklı doğruları var, belki tezatmış gibi görünen tarafları var. Oysa hepsi bize dair. Birlikler de tezatlar da bize dair.  Bunu anladığım ve yaşamaya başladığım zaman, tamam şimdi asıl serüven başlıyor dedim. Yaşım da epey ileriydi ama ne gam, herşey yeni başlıyormuş gibi hissediyordum. Artık daha çok alıp hayattan, daha çok verebilirdim hayata. O zaman susmaz yüreğim ve durmaz bedenim. Ben ne zaman durdurmak istersem, ne zaman susturmak istersem, o vakit ancak. Oysa daha çok vakit var buna. Şimdi sürsün istiyorum, şimdi hem kendime hem başkalarına bir şekilde dokunacağımı biliyorum. Artık ışığım giderek daha kocaman, daha aydınlık olacak.”

Yukardaki satırları 2012 yılında aldığım koçluk eğitimimde, bizlere 10 dakika süre tanıyıp, “kalemi kağıttan kaldırmadan içinizden ne giçiyorsa yazın” dediklerinde yazmışım.  Yani eski defterler, eski kitaplar arasında kalmış.  O gün bugündür de içimdeki bu kaynakla ilerliyorum hayatta. İsterseniz bir gün siz de bu çalışmayı yapın, yani kaleminizi defterden ayırmadan içinizden ne geliyorsa yazın, kendinize 10 dakikadan daha fazla zaman da verebilirsiniz. Yazarken düşünün lütfen, bugüne kadar içinizdeki hangi kaynakları kullandınız? Hangi kaynaklarınızın farkındasınız, hangilerini atıl bıraktınız? Ya tüm kaynaklarınızın farkında olsanız, onları cesaretle içinizden çıkarsanız, sırayla, yerine göre kullanmaya başlasanız hayatınızda neler  farklı olur ya da hayat nasıl değişir acaba?

Sevgiyle ve her daim içsel kaynaklarınıza ulaşma gücü ve cesaretiyle kalın.

Kaliforniya Günlükleri 3

Emek ve İşgücü - Sabır Buraya gelmeden önce de yurtdışında yaşayan veya bir dönem yaşamış pek çok arkadaşımdan duyuyordum bunu. Sıra deneyimlemeye gelmiş olmalı ki şimdi tam da içindeyim bu durumun. Türkiyemde genellikle, hele de doğru kişileri tanıyorsanız (doğrudan...

Kaliforniya Günlükleri 2

Cennetteki Durağan Hayat Eylül ayı başında küçük, sade ve eğlenceli bir nikah yaptık. Elbette Sezen ve Tarkan’ın parçaları ortamı epey güzelleştirdi. Amerikada da nikahlansak Türklüğümüzü en alasından yaşadık, bence buradakiler bizdeki gibi eğlenmeyi filan bilmiyorlar...

Kaliforniya Günlükleri 1

Güneşin ve Yangınların Eyaleti Hayatımda yeni bir dönemin başlangıcı olduğu için Kuzey Kaliforniya’daki yaşantımı, paylaşmaya değer bulduğum bazı konulardaki deneyimlerimi, gözlemlerimi birkaç haftalık bir süreç içerisinde yayımalayacağım bu yazı dizisinde sizlere...

Vizyonun Neyse O’sun!..

Vizyonun Neyse O’sun!..

Vizyonun Neyse O'sun!..

Hayatımızdaki kararları verirken ya da ileri doğru attığımız adımları tasarlarken bize yön veren o en yüksek ve en derin motivasyon kaynağımıza bakalım. Elbette “vizyon”dan bahsediyoruz. Vizyonun ne olduğunu tarif etmeye çalışalım. Vizyon en genel tanımıyla: “odaklandığımızda, hayatımızın büyük planında kendimizi görmek istediğimiz “o yerde”, “o insan” olmak ve “o insan olmak için bize ilham veren hayatımızın büyük resmidir”. Sanki biraz gözünüzde canlanır gibi oldu mu? Her zaman çok kolay olmayabilir, bazen biraz da çaba ister “vizyonumuzu” belirlemek ve oluşturmak.

Pek çok işyerinde çalışanlara yıllık ya da aylık hedefler verilir. Bizler de bazen yapmak istediklerimizi düşündüğümüzde ya da harekete geçmek için kendimizi zorladığımızda hemen hadi bir hedef koyalım der ve işe koyuluruz “ … zamanda şunları yapıcam”, “bu sefer kesin olarak, … işlerimi …. gününe kadar tamamlayacağım” gibi hedefler koyarız, çok da zor değil nasılsa bunları düşünmek ya da söylemek. Oysa genellikle bunlar sözde, yazıda veya havada kalır. Neden? Çünkü ne için hedef koyduğunuzu bilmiyorsanız, o hedefler yarı yolda kalmaya mahkumdur. Hedef koyarken ister tümden gelimle ister tüme varımla gidelim her yol “vizyon”a çıkar. Bu şu demek, hedef koymak güzeldir ama hedef koyarken önce düşünün ne için, hangi amacınızı gerçekleştimek için hedef koyuyorsunuz ve bu amaç hayatınızla ilgili hangi vizyonunuzu gerçekleştirmeye hizmet edecek. Diğer taraftan bakarsanız, hayat yolunuzda yapmak istediklerinizle ilgili planlamaya ve harekete geçmek için en başta bunları ne için yapacağınıza karar vermeniz nasıl olur? En tepede hep vizyon’la karşılaşırsınız, eğer onu bilmiyor veya doğru tanımlayamıyorsanız diğerleri de biraz eksik kalacaktır. Yani her daim önce vizyon-rüya ve sonra onun hayata geçmesi için gereken yaratım ve üretim süreci başlar.

Şimdi vizyonunuzu bulmaya odaklanınca da biraz telaşa kapılıp, “ne ola ki benim vizyonum acaba?” diye derin araştırmalar yapmaya ya da mucizevi birşeyler bulmanın peşine düşmeye gerek yok. Vizyon hepimizin çocukluğundan beri yapmayı daha çok sevdiği, düşünürken ya da yaparken daha çok heyecanlandığı birşeyler vardır. İşte onlara bakmak, oralardan yola çıkmak lazım. Bu yetmez tabi, bunları bulduğumuzda bu özelliklerimiz, bu hayallerimiz, bu heyecanlarımız bizi nereye götürsün istiyoruz, kendimizi nerede, ne yaparken veya kim olarak görüyoruz, biraz da buna kafa yormak vizyonumuzu oluşturmamıza yardım eder. Hayatınızın en derin ve en önemli anlam ve tatmin’i hangi kaynaktan, hangi değerlerden geliyor sorusunu da cevaplamanız epey yardımcı olacaktır. Şayet, kendisiyle ilgili iç görüsü erken yaşlarda gelişmiş ve biraz da odaklı, kararlı şanslı insanlardansanız vizyonunuzu çoktan gençlik yaşlarınızda belirlemiş ve oraya doğru yol almaya başlamış da olabilirsiniz. Dediğim gibi çok mucizevi, kimsede olmayan, bambaşka birşey olması gerekmiyor “vizyon”unuzun. Sadece “huzur ve barış içinde”, ya da “özgür” veya “başarılı bir rol model” olmak gibi bir vizyonunuz olabilir. Yeter ki neyin, hangi rüyanın, hangi vizyonun sizi bu doğrultuda harekete geçireceğine ve her ne olursa olsun orada tutacağına, önünüze çıkacak engelleri aşacak kadar güç ve ilham vereceğine siz karar verin.

Liderlik bugün pekçok farklı kavramla ilişkilendirilir. Bağ kurmak, birlikte yaratmak, işbirliği, merak, saygı gibi. Bunların en başında da gene vizyon gelir. Vizyon sahibi olmak ve bu vizyonu hayata geçirmek ve başkalarına da aktarabilmek bir liderin en önemli vasıflarından birisidir diye düşünüyorum.

Bitirirken kıssadan hisse: Ressam Michelangelo’ya sormuşlar “nasıl böyle güzel resimler yapıyorsunuz” diye; o da cevap vermiş: “ o güzellikler taşın içinde var, ben sadece fazlalıkları atıyorum”. İşte böyle birşeydir vizyon.

Kaliforniya Günlükleri 3

Emek ve İşgücü - Sabır Buraya gelmeden önce de yurtdışında yaşayan veya bir dönem yaşamış pek çok arkadaşımdan duyuyordum bunu. Sıra deneyimlemeye gelmiş olmalı ki şimdi tam da içindeyim bu durumun. Türkiyemde genellikle, hele de doğru kişileri tanıyorsanız (doğrudan...

Kaliforniya Günlükleri 2

Cennetteki Durağan Hayat Eylül ayı başında küçük, sade ve eğlenceli bir nikah yaptık. Elbette Sezen ve Tarkan’ın parçaları ortamı epey güzelleştirdi. Amerikada da nikahlansak Türklüğümüzü en alasından yaşadık, bence buradakiler bizdeki gibi eğlenmeyi filan bilmiyorlar...

Kaliforniya Günlükleri 1

Güneşin ve Yangınların Eyaleti Hayatımda yeni bir dönemin başlangıcı olduğu için Kuzey Kaliforniya’daki yaşantımı, paylaşmaya değer bulduğum bazı konulardaki deneyimlerimi, gözlemlerimi birkaç haftalık bir süreç içerisinde yayımalayacağım bu yazı dizisinde sizlere...

Gizli Efendiniz: Değerleriniz

Gizli Efendiniz: Değerleriniz

Gizli Efendiniz: Değerleriniz

Son zamanlarda hem toplum olarak hem bireysel olarak öyle günlerden geçiyoruz ki bize neler oluyor, bu toplumda ne değişti, neden yaşıyoruz bunları diye sormadığımız gün olmuyor neredeyse. Onun için biraz “değerler”den bahsetmek geldi içimden bugün. Koçlukla tanışanlar mutlaka “değer”lerimizin hayatımızda ne büyük rol oynadığını öğrenmişler ve kendi değerlerini anlamak veya hatırlamak için biraz kafa yormuşlardır.

Değerlerimiz doğumdan itibaren kısmen genetik kodlamamızla gelen kısmen de gelişim evremizde, içinde bulunduğumuz toplum tarafından da belirlenen, yavaş yavaş edindiğimiz hayata dair prensip ve ilkelerimizdir. Değerlerimiz bizi biz yapan, hayatımızın öylesine güçlü yapı taşlarıdır  ki onlar uğruna adım atmaya veya atmamaya karar veririz. Değerlerimizi hayata geçirebildiğimiz, onore edebildiğimiz yani onları yaşayabildiğimiz bir hayat bize mutluluk ve huzuru getirir. Değerleri hayata geçirebilmek için de öncelikle onların ne olduklarını bilmeniz, içselleştirmeniz ve davranışa dökebilmeniz önemlidir. Davranışa dökmek de her zaman değişik konularda da yazdığım gibi günlük pratiklerinizle mümkündür.

Bir gününüzü nasıl, neler yaparak geçiriyorsunuz? Sıklıkla yaptığınız, tekrarladığınız hangi davranışlarınız var? Nerelerde zaman geçiriyorsunuz? Konuşmalarınıza, söylemlerinize bakın, hangi konuları konuşmaktan zevk alıyorsunuz, heyecan duyuyorsunuz?  Sonra rahatsızlık, huzursuzluk, sıkıntı duyduğunuz ortamlara, insanlara, olaylara, konuşmalara bakın, acaba hangi değerlerinize dokunuyor olabilir bunlar? Günün sonunda hangi değerlerinizi ne sıklıkla yaşayabiliyorsunuz?

Farkında olmasanızda hayatınızda verdiğiniz tüm önemli kararlarınızda, iş seçimi, işten ayrılmak, evlenmek, boşanmak gibi majör kararlardan tutun da nereye tatile gideceğimize, hangi kitapları okuyacağımıza veya okuyup okumayacağımıza bile aslında bu gizli efendimiz karar veriyor. Mesela eşinden ayrılmış bir insanla konuşurken ortaya çıkıyor ki aslında “aile” ve “sevgi” değeri çok yüksek bir insan, o zaman “nasıl olur da ben bu ayrılığı istemiş olabilirim” diye düşünüyor bir an, çelişki gibi geliyor çünkü bu kadar yüksek derecede bağlı olduğu bir değeri varken bundan vazgeçmek nasıl olabilir ki… sonra farkediyor ki zaten o aile ve sevgi değerlerini yaşayamadığı için, ve hatta buna bağlı güven gibi sadakat gibi daha pek çok değerini de yaşayamadığı için bir anlığına kendisi için aslında “değer” olan birşeyden bile vazgeçmek zorunda kalıyor, sonrasında yeniden o değerlerini yaşatabileceğine inandığı için. Bu örnekte olduğu gibi, değerlerimiz çoğu zaman çatışmalarımızın da temel sebeplerinden birisidir.

İnsan toplumun en küçük yapı taşıdır ve değerlerin ayaklı bir temsilcisidir. Lakin sadece insanların değil şirketlerin ve toplumların da değerleri vardır. Gelişmiş bir şirket kültürünün olduğu yerlerde bu değerler tanımlanır, çalışanlarla paylaşılır ve genellikle şirket manueli veya benzeri bir dokümanda, şirketin misyonu, vizyonu, değerleri kısmında yer alırlar. Ancak işin doğrusu çalışanların değerleri bu şirket değerleriyle ne kadar örtüşüyorsa, o zaman bir şirketin değerleri hayata geçebilir. Charles A. O’Reilly ve Jeffrey Pffefer Saklı Değer adlı kitaplarında “Değerleri, stratejileri ve yönetim planlarını anlamak ve bunlar hakkında konuşmak basit olabilir ancak bunları uygulamak gerçekte çok zordur diyorlar [1]. Zira liderlerin, bu değerlerin anlaşılması ve şirket çalışanlarıyla paylaşılmasında büyük sorumluluğu vardır. İşin doğrusu buradaki paylaşım bunun şirket çalışanlarına tebliğ edilmesi gibi bir paylaşım değil, şirket çalışanlarının önemli bir kısmının bu şirket değerlerine veya en azından bu değerlerle örtüşen değerlere sahip olmalarının sağlanmasıdır, onların da bu değerler etrafında birleşmesidir ki ancak o takdirde bir şirkette üretim, yaratıcılık, değer yaratma ve daha yüksek verimlilikle çalışmak gibi davranışlar gözlemlenebiliyor.

Topluma baktığımda ise toplumun değer anlayışı insana özgü değer tanımından biraz farklılık gösterebilir. Bana göre, toplum açısından “insan” bir değerdir, “kadın” bir değerdir, “çocuk” bir değerdir, “insanın dışındaki diğer canlı varlıklar” bir değerdir,  “ahlak” bir değerdir, “yardımlaşmak” bir değerdir, “dürüstlük” bir değerdir, “üretmek”, “adalet” , “saygı”, “hoşgörü” ve illa ki “sevgi” vazgeçilmez değerlerdir.

Geçen hafta sonsuzluğa yolcu ettiğimiz değerli bilim adamı, ünlü fizik profesörü Stephen Hawking bir röportajında kendisine sorulan “nasıl yaşamamız gerekiyor” sorusuna cevaben “We should seek the greatest value of our action” diye cevap vermiş.  Türkçesi “eylemlerimizde en yüksek değeri aramalıyız” diyor. Ne güzel ki, tüm hayatı boyunca ilimle uğraşan bir insan “değer” kavramına ilişkin olarak böyle bir sözü miras bırakıyor ve bu konuda da bir ışık yakıyor. Biraz daha açarsam, diyor ki ancak, davranışlarımız ve eylemlerimiz hem kendimiz hem de yaşadığımız toplum için en yüksek değerleri barındıran ve bu değerlerden beslenen davranışlar ve eylemler olduğu zaman biz biraz daha iyi insanlar olabilir ve iyi bir dünyaya doğru adım atabiliriz.

Değerlerinize sahip çıkmanız ve onlardan cesaret alarak yaşamanız dileğiyle…

[1] “Aligning values, strategies, and management practices may be simple to understand and simple to talk about, but it is very difficult to actually implement.”– Charles A. O’Reilly & Jeffrey Pfeffer, Hidden Value (2000)

 

Kaliforniya Günlükleri 3

Emek ve İşgücü - Sabır Buraya gelmeden önce de yurtdışında yaşayan veya bir dönem yaşamış pek çok arkadaşımdan duyuyordum bunu. Sıra deneyimlemeye gelmiş olmalı ki şimdi tam da içindeyim bu durumun. Türkiyemde genellikle, hele de doğru kişileri tanıyorsanız (doğrudan...

Kaliforniya Günlükleri 2

Cennetteki Durağan Hayat Eylül ayı başında küçük, sade ve eğlenceli bir nikah yaptık. Elbette Sezen ve Tarkan’ın parçaları ortamı epey güzelleştirdi. Amerikada da nikahlansak Türklüğümüzü en alasından yaşadık, bence buradakiler bizdeki gibi eğlenmeyi filan bilmiyorlar...

Kaliforniya Günlükleri 1

Güneşin ve Yangınların Eyaleti Hayatımda yeni bir dönemin başlangıcı olduğu için Kuzey Kaliforniya’daki yaşantımı, paylaşmaya değer bulduğum bazı konulardaki deneyimlerimi, gözlemlerimi birkaç haftalık bir süreç içerisinde yayımalayacağım bu yazı dizisinde sizlere...

Düşünme(me) Pratiği Yapmak

Düşünme(me) Pratiği Yapmak

Düşünme(me) Pratiği Yapmak

“Düşünmek”, “düşünebilmek” şüphesiz ki büyük meziyetler bunlar. Dünya var olduğundan beri insanlığın bugün geldiği noktaya gelebilmesi için geçirdiği tüm aşamalar, tabi ki özellikle insanlığın gelişimi ve ilerlemesi ile sonuçlanananları kastediyorum, büyük düşüncelerin, büyük buluşların, büyük fikirlerin sonucudur. Öyleyse düşünmek güzeldir, iyidir, doğrudur gibi bir çıkarım yapabiliriz. Şimdi bu çıkarım da bir düşünce’nin ürünüdür. Lakin öte yandan bir de “ne düşündüğümüz” ve “nasıl düşündüğümüz” konusu vardır ki asıl belirleyici olan budur diye düşünüyorum. Görüyorsunuz, ne çok düşünüyoruz.

Düşüncelerimiz güzel ve olumlu ise sorun yok, lakin olumsuz, karamsar, kötü, suçlayıcı, yargılayıcı, eleştirel ise burada bir es vermek gerekiyor. Bu tür düşüncelerinizin sadece yaşadığınız olaylar ve başkaları ile ilgili olması gerekmiyor, kendinizle ilgili de olabilir. Önemli olan bu şekilde düşünmenin bir davranış kalıbı veya davranış biçimine dönüşmesidir. Zira artık bugün beyinle ilgili araştırmalar gösteriyor ki olumsuz düşünmek ve bunu davranış kalıbı haline getirmek yani tekrar etmek  beyinde ve bünyemizde bağımlılık yaratıyor. Bir de olumsuz düşünceler olumsuz davranışı yaratıyor ki bunu bilmeyenimiz yoktur sanırım. Düşüncelerimizin bir kısmı istemli bir kısmı ise istemsiz yani farkında olmadan kendiliğinden aklımıza gelen, beynimize giren düşünceler; ve bir kısım düşüncelerimiz geçmişe bir kısmı ise geleceğe dair. Bir gün içinde aklımızdan geçen düşüncelerin üçte ikisinin geçmişe dair veya olumsuz olduğunu söyleyen araştırmalar var. Bu noktada Gandhi’nin meşhur söylemini hatırlatmak istiyorum: Düşüncelerinize dikkat edin, duygularınıza dönüşür; Duygularınıza dikkat edin, davranışlarınıza dönüşür; Davranışlarınıza dikkat edin, alışkanlıklarınıza dönüşür; Alışkanlıklarınıza dikkat edin değerlerinize dönüşür; Değerlerinize dikkat edin karakterinize dönüşür; Karakterinize dikkat edin, kaderinize dönüşür.

Öyleyse, kaderimize dönüşecek kadar önemli bir konuyu kendi haline bırakıp, kadermiş demenin bir anlamı yok şu hayatta. Olumsuz Düşünceyi başlıca iki yolla yenebiliriz:
1) Herşeyden önce olumsuz düşünce’nin farkına vararak ve onu olması gereken yere koyarak
2) Düşünmeme pratiği yaparak.

Olumsuz Düşünmenin farkına varmak ki ben bunun en başta kendimizi, düşüncelerimizi gözlemlemeyle ve daha objektif ve kaliteli sorular sormakla mümkün olacağını düşünüyorum. Aslında bu da bir tür düşünmek ama ilk (olumsuz) düşünmeden farklı ve faydalı bir modelle düşünmek, mesela:  burada ne oluyor (oldu) şimdi, kim veye kimler var bu ortamda, bu düşünce(m) nasıl bir düşünce, ne işe yarıyor, başka bir açıdan baksam ne görürüm burada gibi düşünce kalitenizi arttırarak düşünmek. Burada amaç kendi düşünce kalıplarımızın farkına varmak. Örneğin, büyütüyor muyuz,  sadece olumsuz tarafları mı görüyoruz, varsayımda mı bulunuyoruz ya da duygularımızın tesiri altında kalarak mı böyle düşünüyoruz gibi bazı gerçeklerin farkına varmak sorunu kökten görmemizi ve tedavi etmemizi sağlayabilir. Düşünmeme Pratiği Yapmak ise bir nevi vitesi boşa almak gibi birşey. Aklınıza gelen olumsuz düşünceleri farkettiğinizde her zaman ve öncelikle yukardaki gibi olumlu ve faydalı düşünme modeline geçemiyoruz. Çünkü insanız ve duygularımız var ve beynimiz bu duyguları da dibine kadar yaşamayı  ve dillendirmeyi seviyor ki bu da olumsuz düşünmeyi sürdürmemiz anlamına geliyor. Ama en azından tek birşey yapmayı, aklımıza gelen olumsuz düşünceye kocaman bir çarpı koymayı ve aklımızı “boşluğa” veya “başka bir yöne çevirmeyi” başarırsak aslında çok şey yapmış oluruz. Bunun için uzun bir yürüyüşe çıkmak, meditasyon yapmak, güzel bir filim izlemek veya sadece güzel bir manzaraya ya da boşluğa odaklanmak bile yetebilir. Bunda da amaç öncelikle dikkatinizi sadece gözlemlediğiniz şeye ya da yaptığınız faaliyete yani o anda kalmaya odaklamak ve zihin kasınızı eğitmek ve kuvvetlendirmektir. Bu tür egzersizlerde özellikle beden enerjisini işin içine katarak yaptıklarımızda zihnimizde dolanan olumsuz düşüncelerin, tabi ki jet hızıyla değil ama, kendi hızında nasıl dönüşmeye başladığını farkedersiniz.

Sözün özü kendinize, başkalarına ve bu dünyaya faydası olmayan şeyler düşünmek veya karamsar düşünce girabında boğulmamak bizim elimizde. Düşünce ve duygu kalitenizi arttırarak, sağlıklı ve güzel düşünmeyi bulaşıcı hale getirerek yaşamımızın kalitesini arttırırız. Öyleyse bu konuda göstereceğimiz her çaba önce kendi dünyamızın sonra etrafımızdaki dünyanın güzelleşmesine hizmet edecektir.

Daha güzel düşüncelerle dönen bir dünyamız olması dileğiyle, sevgiyle kalın

Dipnot: Yazının görselinde kullanılan fotoğraf, New York Modern Sanat Müzesinde (MoMA)’da kendi çektiğim bir fotoğrafdır. Ne yazık ki sanatçının adını not etmemişim, bu atıfla sanatçıya saygıyla…

Kaliforniya Günlükleri 3

Emek ve İşgücü - Sabır Buraya gelmeden önce de yurtdışında yaşayan veya bir dönem yaşamış pek çok arkadaşımdan duyuyordum bunu. Sıra deneyimlemeye gelmiş olmalı ki şimdi tam da içindeyim bu durumun. Türkiyemde genellikle, hele de doğru kişileri tanıyorsanız (doğrudan...

Kaliforniya Günlükleri 2

Cennetteki Durağan Hayat Eylül ayı başında küçük, sade ve eğlenceli bir nikah yaptık. Elbette Sezen ve Tarkan’ın parçaları ortamı epey güzelleştirdi. Amerikada da nikahlansak Türklüğümüzü en alasından yaşadık, bence buradakiler bizdeki gibi eğlenmeyi filan bilmiyorlar...

Kaliforniya Günlükleri 1

Güneşin ve Yangınların Eyaleti Hayatımda yeni bir dönemin başlangıcı olduğu için Kuzey Kaliforniya’daki yaşantımı, paylaşmaya değer bulduğum bazı konulardaki deneyimlerimi, gözlemlerimi birkaç haftalık bir süreç içerisinde yayımalayacağım bu yazı dizisinde sizlere...

Ya Engelleriniz Yolunuzu Açıyorsa!

Ya Engelleriniz Yolunuzu Açıyorsa!

Ya Engelleriniz Yolunuzu Açıyorsa!

Bugün size bir kitaptan bahsedeceğim. Kitabın ismi: “The Obstacle Is The Way”, yazarı “Ryan Holiday”. Zaman zaman kitaptan alıntılar yapacağım, zaman zaman kendi tecrübelerimden, kendi engellerimden bahsedeceğim. Amacım, sizi kendi engelleriniz konusunda biraz olsun düşünmeye başlatmak ve sonra da bu “engel olarak gördüğünüz şeyleri” nasıl dönüştürebileceğiniz konusunda bazı ipuçları vermek. Gerisi size kalmış.

Kitabın başlarında şöyle bir bölüm var:

“…Sizi neler engelliyor?

Fiziksel engelleriniz: bedeniniz, para, ait olduğunuz sınıf, mesafe…

Zihinsel olanlar: korku, belirsizlik, tecrübesizlik, önyargılarınız. Belki çok yaşlı olduğunuzu düşünüyorsunuz. Ya da yeterli desteğiniz ve kaynaklarınız yoktur. Belki yasalar ya da yükümlülükleriniz sizi engelliyordur. Ya da yanlış hedefler ve kendinizden şüphe etmek”…

İster politikada, ister iş dünyasında, ister sanatta olsun; tüm büyük başarılar, tüm üzücü problemlerin- yaratıcılık, odaklanma ve cesaret –içeren etkili bir kokteyl ile çözülmesiyle gerçekleşir. Bir hedefiniz olduğunda, ‘engeller’ aslında sadece oraya nasıl gideceğinizi gösteren yolu açar size.

Bugün engellerimizin çoğu içseldir, dışsal değildir. …Profesyonel gerginliğimiz, karşılanmayan beklentilerimiz, öğrenilmiş çaresizliğimiz var”.

Biraz tanıdık geliyor mu bunlar size? Hepimiz hiç değilse hayatımızın bir döneminde önümüzde büyük ya da tatsız engeller görmüş, yaşamış, bolca bunların bizi nasıl da yolumuzdan alıkoyduğuna odaklanmışızdır. Ne büyük çaresizlik yaşatır bu engeller bize, “…şimdi de bu çıktı; hep mi beni bulur; bu ne şanssızlık…” sonra ne olur, bir süre boğuşup dururuz bu engellerle, bazen tek başına, bazen yardım alarak, bazen işlerin kendiliğinden çözülmesiyle bir şekilde geride bırakırız bunları. Ama sonunda biz de bitmiş, tükenmiş hissederiz çoğunlukla. Bir de hayatındaki engelleri şu veya bu şekilde geride bırakacak kadar şanslı !! olmayanlar ve tüm hayatlarını karşılarına çıkan irili ufaklı engeller labirentinde geçirenler vardır. Ancak eğer doğru yaklaşabilmişsek bu engellere, aşılan her engelden sonra “galip” hissetmek de pekala mümkündür.

Benim de hayatımda yapmak istediklerime “engel” olarak gördüğüm pek çok şey vardı bir zamanlar, bunlar genellikle de “korkularım” ve biraz da “yetersizliklerim”miş, yani öyle düşünüyor, öyle inanıyormuşum. Hayat ileri doğru bakarak yaşanır, geriye doğru bakarak anlaşılırmış. Şimdi geriye dönüp baktığımda, hepsinin benim “algılarımda”, “bakış açımda” ve “kaygılarımda” olan “engeller” olduğunu görebiliyorum.

Engellerin üstesinden gelmenin kolay olduğunu söylemeyeceğim, herşey gibi bu da bir hayli mental ve pratik çalışmayı gerektiriyor. Çözümle ilgili ipuçlarının bir kısmı kitaptan, bir kısmı benden. Kitap diyor ki temel olarak üç şey var ki bunları farkedip hayata geçirdiğimizde engellerimiz artık engel olmaktan çıkar ve zaferimizin bir parçası olur. Bunlar: perception (algı), action (eylem) ve will (içsel güç)’dür.

Bir de benim daha cazip buludğum bir üçlü var ki bence bunlar engellerimizi dönüştüren asıl yapı taşlarıdır: perception- perspective- presence. Yani, algılarımız, bakış açısı ve anda olmak. Algılamak, etrafımızda olup bitenleri nasıl gördüğümüz ve anlamlandırdığımızı ifade ediyor. Algılarımız, duruma göre bizim en güçlü yanımız ya da en zayıf, en zavallı tarafımız olabilir. Shakespeare’ın dediği gibi “hiçbirşey iyi ya da kötü değildir, öyle olduklarını düşünmemiz onları iyi ya da köyü yapar”. Algılamamızı doğru bir şekilde disipline edebilmek için en pratik yol “olanı olduğu gibi gözlemlemektir”, bu durumda karşımıza çıkan her ne ise onu sadece mevcut durumuyla tanımlamak yeterli olacak, bir de normalde sıklıkla yaptığımız gibi “olan”la ilgili olarak kendimize bir hikaye anlatmayacağız, mesela “ah şimdi beğenilmiyorum”, “ben istedikleri kişi değilim”, “mahvoldum”, “bunun altından kalkamam” vs kısmı olmayacak. Tabi burada bir de duygularımızın farkında olmak konusu var ki bu da çok önemli ve ayrı bir yazı konusu. Bakış Açısı, herşeydir diyor kitapta. Eski Yunan’da, insanların basit olanı düşünmek yerine, daha zor ve kötü olanı düşünmeye meyilli olduğu kabul edilirmiş. Evet bazen gerçekten engeller var ve karşımıza çıkıyor ve bu gerçeği değiştiremeyiz, ancak bu engellere nasıl bakacağımızı seçebiliriz. Bu seçimimiz de bütün olayın gidişatını ve sonucunu değiştirir. Bakış açısının iki anlamı varmış. Birincisi “bağlam” anlamında, içinden dünyaya baktığımız büyük pencereyi, büyük resmi ifade ediyor, diğeri ise “çerçeveleme” anlamında bir kişinin olaylara kendine has bakış ve yorumlama biçimini ifade ediyor. Dolayısıyla karşımıza çıkan ve “engel olarak algılayabileceğimiz” bir konuda öncelikle bakış açımızı lehimize olacak şekilde değiştirirsek bunu doğru eylemlerimiz takip edecektir. Anda yaşamak ise kafanızın içindeki engel canavarları yerine mevcut ana odaklanmak ve neler yapabileceğinize bakmak anlamına geliyor. Bunun için de farkındalık ve gözlem yeteneğinizi arttırmanız gerekiyor, yani duygularınızı ve düşüncelerinizi yakalama pratiği yapacaksınız.

O halde isterseniz şimdi tüm mevcut engellerinizin, bahanelerinizin bir listesini yapın ve yukardaki üç birleşeni kullanarak bunların üstesinden nasıl geleceğinizi düşünün. Biraz daha hatırlatma, bunun için mutlaka güçlü yanlarınızı kullanın, gerekiyorsa yeni bir alışkanlık edinin, veya belli bir konuda pratik yapmayı çoğaltın. Mesela değişimden mi korkuyorsunuz ya da direniyorsunuz? Değişmediğinizde nerede oluyorsunuz, nasıl bir insan oluyorsunuz bunun cevabını da verin.

Son söz, her engelin içinde kendimizi geliştirebileceğimiz bir tarafımız ve o engelin bize bir hediyesi mutlaka vardır, yeter ki görmeyi seçelim.

Kaliforniya Günlükleri 3

Emek ve İşgücü - Sabır Buraya gelmeden önce de yurtdışında yaşayan veya bir dönem yaşamış pek çok arkadaşımdan duyuyordum bunu. Sıra deneyimlemeye gelmiş olmalı ki şimdi tam da içindeyim bu durumun. Türkiyemde genellikle, hele de doğru kişileri tanıyorsanız (doğrudan...

Kaliforniya Günlükleri 2

Cennetteki Durağan Hayat Eylül ayı başında küçük, sade ve eğlenceli bir nikah yaptık. Elbette Sezen ve Tarkan’ın parçaları ortamı epey güzelleştirdi. Amerikada da nikahlansak Türklüğümüzü en alasından yaşadık, bence buradakiler bizdeki gibi eğlenmeyi filan bilmiyorlar...

Kaliforniya Günlükleri 1

Güneşin ve Yangınların Eyaleti Hayatımda yeni bir dönemin başlangıcı olduğu için Kuzey Kaliforniya’daki yaşantımı, paylaşmaya değer bulduğum bazı konulardaki deneyimlerimi, gözlemlerimi birkaç haftalık bir süreç içerisinde yayımalayacağım bu yazı dizisinde sizlere...